18 Eylül 2011

İki konser



Üst üste katıldığım iki konser sayesinde uzun süredir devam eden müzik açlığım kısmen de olsa doydu. İlk önce Kardeş Türküler’in konserine gittim. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun ilk albümlerinin adı “Kardeş Türküler”di. Sonra bu albüm adı topluluğun adı olarak kaldı. Müzik dünyasında yaşanan bir nevi jilet, selpak veya kola hikayesi. Kendilerini ikinci defa sahnede izlemiş oldum. İlk olarak 1998 senesinde kendilerini sahnede izlemiştim. 90lı yılların ikinci yarısında Ankara’da Müzikalite adlı bir süreli yayın vardı. Büyük bir merakla bu dergiyi takip ediyordum. Yerli yabancı kaliteli müzikler hakkında yazılar, röportajlar vardı. Ankara’nın Keçiören ilçesinde bir mahalle arasında Hüner Müzik adlı bir yer vardı. İnternetten kontrol ettiğim kadarıyla halen var. Şu anda soyadını hatırlayamayacağım Hüseyin adlı birisi buranın sahibiydi ve Müzikalite dergisini çıkartıyordu. Organizasyon da yapıyordu. Bu kişi kendi memleketi olan Ankara’nın Bala ilçesinin Kesikköprü beldesinde her yaz festivaller düzenliyordu. Şu anda yaşamayan bu festivale üç kere katıldım. İlk kez gittiğim 1998 senesinde sahnede; Kardeş Türküler, Arif Sağ ve Erkan Oğur-İsmail Hakkı Demircioğlu vardı. Katıldığım en güzel etkinliklerden biriydi ve Kardeş Türküler’i ilk defa orada canlı dinlemiştim. O zaman grubun sadece bir albümü bulunuyordu ve sahneye altı yedi kişiyle çıkıyorlardı. Yine de muhteşem bir müzik ziyafeti sunmuşlardı. İki gün önceki konserde sahnede yaklaşık 25 müzisyen vardı ve bazı şarkılar danslarla desteklenmişti. Müzikalite açısından kusursuza yakın bir performans sergilediler ancak repertuar seçimini zayıf bulduğumu itiraf etmeliyim. Onca hit şarkıları varken seçtikleri şarkılar zayıftı bence. Mesela Mahsuni Şerif’in “Yuh Yuh”u bence atmosfere çok uyardı. Neyse bunlar kişisel tercihler sonuçta. Önemli olan müziğin hakkını vermekti, BGST de bunu çok iyi başardı. Konuk sanatçı enflasyonu vardı. Okmeydanı Halkevi Çocuk Korosu vardı. Ama onlar çok öne çıkmadılar. En önemli konuk Ermeni müzisyen Ara Dinkjian idi. Kendisi çok çok önemli bir müzisyen. Diyarbakır’lı bir ailenin Amerika’da doğup büyüyen evladı. 1914 yılında bugünkü Türkiye sınırlarında kalan toprakların nüfusu kabaca 13 milyondu. Ve bunların yaklaşık üç milyonu gayrimüslimdi. Bu insanlar binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyorlardı ve 1925’e gelindiğinde artık bu topraklarda yaşamıyorlardı, önemli bir bölümü de hiçbir toprakta yaşamıyordu. Hep düşünmüşümdür, bu insanlar burada kalabilmiş olsalardı Türkiye şimdi daha farklı bir yer olurdu. Daha yaşanabilir, farklılıklara karşı daha hoşgörülü ve daha ilerici bir ülke olurdu muhakkak. Tarih farklı bir şekilde yaşansaydı Ara Dinkjian da ülkemizde yaşıyor olurdu ve kendisini daha sık izleyebilirdik. Bizlere daha fazla güzel anlar yaşatabilirdi. Kendisi İngilizce düşünüyor ama müziğine baktığınızda hala buralı olduğunu hissedebiliyorsunuz. En az benim, sizin kadar buralı. Milliyetçileri şöyle bir teste tutmak isterdim: bir stadyuma gidilecek ve tribünün biri Türkiye’den insanlarla doldurulacak, bir tribün Ermenistan’dan bir tribün de Yunanistan’dan gelenlerle doldurulacak. Son tribünse Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan’dan gelenlerle doldurulacak. Kimse ses çıkarmayacak, kıyafetler de aynı olacak ve hangi tribününün Türkiye’den insanlar olduğu sorulacak. Diğer üç tribün birbirlerine yakın oranda oy alacaklardır ama bir kişi Orta Asya tribününü gösterirse İbrahim Tatlıses’le dudaktan öpüşmeye hazırım. Müzisyen Onno Tunç’un kardeşi Arto Tunçboyacıyan da diğer bir konuk sanatçıydı ve resmen konserin starıydı. O da müthiş bir müzisyen ve çok hiperaktif, seyirciyi avucunun içine almasını bilen birisi. Hümanizm dolu doğaçlama müziği herkesi çok etkiledi. O buralarda doğmuş ama kaçırmayı başarmışız. Askerde kendisine sürekli sen Arto değilsin Arif’sin dendiği için ve aylarca dayak yediği için o da yurtdışına yerleşmiş. Geçmiş olsun. Müzisyenliğin her türlüsünü yapıyor ama perküsyonda tam bir canavar. Sezen Aksu insanı da konuk sanatçıydı. Kendisini zamanında çok dinledim ama AKP destekçisi olduğundan beri hiç içimden onu dinlemek gelmiyor. İlk dönem eserlerine her şeye rağmen lafım yok ama son dönem eserleri çok kötü. Sahne performansı da çok zayıftı. Ama yine Ara Dinkjian bestesi olan “Sarışınım” parçasını programda gördüğüm zaman olacakları tahmin ettim. Kardeş Türküler’in müthiş ritim zenginliğiyle beraber muhteşem bir sound çıktı ortaya. Dinkjian’ın ud solosu da olağanüstüydü. Görüntüler Youtube’da mevcut fakat kamera kaydının kötülüğünden dolayı ritim zenginliğini hissedemiyorsunuz. Sonuç olarak konseri izleyen herkes çok iyi bir sinerji yarattı ve unutulmaz bir müzik ziyafeti oldu dinleyenler için.     


Bir gün sonra aynı mekanda Zülfü Livaneli konserine gittim. Kendisinin yorumculuğunun zayıf olduğu eleştirilerine katılıyorum ama bestecilik konusunda ülkemizin en iyilerinden biri. Aynı şekilde bu da benim izlediğim ikinci Livaneli konseri oldu. İlkine 15 yaşındayken (1994) gitmiştim. O zaman Ankara hipodrom meydanındaki kitlesel konserler meşhurdu. O günkü Livaneli konserinde mahşeri bir kalabalık vardı. Ahmet Koç’un cura çaldığı, Sevingül Bahadır’ın vokal yaptığı bir konserdi o. Eminim katılanlardan hiçbiri o konseri unutamamıştır. Livaneli’nin sahne performansının zayıf olacağını zannediyordum ama fena halde yanılmışım. Albümlerindekine çok yakın bir ses performansı oldu Livaneli’nin. Orada ne kadar detone oluyorsa sahnede de o kadar oldu. Repertuar seçimi çok iyiydi. Zaten Livaneli’nin o kadar çok hit şarkısı var ki ne seçerse seçsin repertuar çok etkili olacaktır. Livaneli’nin orkestrası bence daha iyi olabilirdi. Son yıllardaki konserlerinde mutlaka bir kanun sanatçısı oluyor. Ben kanunun onun şarkılarına yakışmadığını düşünüyorum. Onun yerine yan flüt olabilir. Aslında yan flüt orkestrada var ama klavye çalan kişi aynı zamanda yan flüt çaldığı için çok az duyabiliyoruz flütü. İki keman, bir viyola ve bir viyolonselden oluşan bir yaylılar grubu olsa orkestrasyon daha etkileyici olur bana göre. Bağlamacısı kim bilmiyorum ama o eşik altılı kısa sap bağlama çok iğreti duruyor. Onun yerine yıllar önce Ahmet Koç’un yaptığı gibi cura veya bas sesleri yoğun olan bir bağlama daha etkileyici olurdu kanısındayım. İflah olmaz bir BGST ve ZL hayranı olarak eğer bu insanlardan önce ölmezsem onlar ölmeden her konserlerine gitmek isterim. Eğer yakınlarınızda böyle bir etkinlik varsa sizlere de kaçırmayın derim.