11 Eylül 2011

İki harika İran filmi


"A Separtion/Bir Ayrılık"ı izledikten sonra yönetmen Asghar Farhadi'nin diğer filmlerini izleme isteği oluştu bende. Beş adet filmi var Farhadi'nin. Ben bunlardan ikisini izledim ama sanırım çok büyük bir sanatçıyla karşı karşıyayız. Sinemanın edebiyatla ilişkisini çok iyi kuruyor ve Rus klasikleri gibi filmler yapıyor. En azından son iki filmi öyle diyebilirim. "About Elly/Elly Hakkında" (2009) birçok açıdan "A Separation"la benzerlik içeriyor. Her iki film de İran orta sınıf refleksleriyle yakından ilgileniyor. Her iki film de suç ve ceza temasını sorguluyor. Her iki filmde de faillerinin bulunması gereken bir adli vaka var. Bu filmdeki adli vaka şu: İran orta sınıfa mensup üç çift, bunların çocukları, dul bir adam ve bekar bir kadın hafta sonu tatili için bir araya geliyorlar. Amaç biraz da dul adamla bekar kadının arasını yapmak. Bekar kadın yani Elly gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor. Denizde boğulduğu sanılıyor. Şimdi bu adli vakanın sorumlularının bulunması lazım. Bu aşamadan sonra karakterler müthiş bir samimiyet testine maruz kalıyorlar. Film artık kadının boğulup boğulmadığıyla ilgilenmezken karakterlere odaklanıyor ve herkesin maddi manevi sorumluluktan kaçmak için ne kadar da iki yüzlü olabildiğini gözler önüne seriyor. Filmi izlerken insanların ne kadar da kolay yalan söyleyebildiğine hayret ediyorsunuz. Çok tanıdık, bildik bir ruh halini sanki ilk defa görüyormuş gibi şaşkınlıkla izliyorsunuz. Farhadi seyirciyi yönlendirmiyor. Evleri gezdiren bir emlakçı misali sürekli bir karakterden bir karaktere atlıyor ve yargılamayı seyirciye bırakıyor. Bu dünyada adalet mümkün mü, suç nedir, ceza nedir, vicdan var mıdır gibi soruları size sorduruyor. Yani sizi düşünmeye yönlendiriyor hem de çok önemli meseleler üzerinde. Bu yüzden çok büyük bir sanatçı (olacak umarım). En yakın zamanda yönetmenin diğer filmlerini de bulmalıyım. İnsan doğasını anlamaya çalışan ve suç ceza temaları üzerinde çok beyin jimnastiği yapan Zeki Demirkubuz'un bu filmleri görmesini ve yorumlamasını çok isterdim.  

"The Mirror/Ayna" (1997) da harika bir film. Farhadi bir demecinde İran'daki sansür uygulamalarının yaratıcılıklarını çalıştırdığını söylemişti. Hak vermemek elde değil. Yine kısıtlı imkanlarla zaman-mekan ötesi bir film var karşımızda. Bu filmin yönetmeninden "A Separation" filmiyle ilgili araştırmalar yaparken haberim oldu.
Şu aşağıdaki videoda Juliet Binoche bu filmin yönetmeni için gözyaşı döküyor.



Jafar Panahi Kiarostami filmlerinde asistanlık yapmış ve bugüne kadar beş uzun metraj yönetmiş bir isim. Neda Agha Soltan adlı bir kadın İran'da protesto eylemlerine katılıyor. Keskin nişancılar tarafından vuruluyor. Videosu Youtube'da mevcut. Kaldırabilenler baksınlar. Panahi bu kadının mezarını ziyaret ettikten sonra tutuklanıyor. Daha sonra Ahmedinejad rejiminin muhalifi olduğu gerekçesiyle altı yıl hapis ve 20 yıl film çekmeme cezasına çarptırılıyor. Düşünebiliyor musunuz? 20 yıl film çekmeme cezası. Bir sinemacı için bundan daha kötü bir ceza olabilir mi? Cannes'da jüri üyeliği yapması planlanan Panahi için ağlıyor Binoche. Bu durumu birçok sinemacı protesto etti. Ben de iki gündür bu inanılmaz cezanın etkisi altındayım. Yönetmenin filmlerini izlemek istedim. "The Mirror" ilgimi çekti. Çok özgün bir film. 90 dakikalık filmi yarısı Mina adlı bir kız çocuğunun hikayesi olarak geçiyor. Her zaman okul çıkışında onu almaya gelen annesi o gün gelmiyor ve Mina'nın eve ulaşma macerası başlıyor. Bir kolu da alçıda. Tıpkı Kiarostami'nin muhteşem "Where is the Friend's Home/Arkadaşımın Evi Nerede" filminde olduğu gibi bir çocuk kendisi için çok zor bir maceraya atılıyor. Bir türlü yetişkinlerin dünyasına girememek, ciddiye alınmamak her iki çocuğun da ortak noktası. Kıza ait çok sempatik durumlar meydana geliyor. Bu arada kız yetişkinlerin diyaloglarına fazlasıyla tanık oluyor. Bu diyaloglar İran toplumu ve de özellikle İran toplumunda kadının yeri hakkında alt metinler barındırıyor. Derken filmin ortasında kız kameraya bakıyor ve oyunculuk yapmaktan sıkıldığını artık oynamayacağını bildiriyor. İşte bu aşamada gerçekle kurgu birbirine giriyor. Bir türlü kızı ikna edemiyorlar ve gerçek olduğu var sayılan filmin ikinci bölümü başlıyor. Bu aşamada Panahi'nin nasıl bir sinema istediğini anlıyoruz. Filmin adının "Ayna" olması da anlamını kazanıyor. Sinema ve genel anlamda sanat gerçeklikten kopmamalı diye düşünüyor Panahi. Bu tartışmaya girmeye niyetim yok ama fikrini böyle yaratıcı bir yolla ifade ettiği için Panahi'yi tebrik etmemek olmaz diye düşünüyorum. Kiarostami'nin asistanlığı esnasında ondan çok etkilendiği bu filmde gayet açık. Ustasının birçok filmi de film çekmeyle ilgilidir. Gerçekle kurgu birbirine girmiş durumdadır. Bir yönetmen karakter görme olasılığımız oldukça fazladır. Bu harika filmi sinema anlayışı arayışları süren insanlar mutlaka görmeli diye düşünüyorum.

Aşağıdaki videoda kızın oynamayı reddetmesi sahnesini görüyorsunuz. Çok sempatik.