30 Kasım 2009

Son 15 yılın en iyi filmleri

Kuruluşunun 15. yıldönümünü kutlayan Sinema dergisi, hayatı boyunca çekilen en iyi 15 filmini okuyucularına seçtirmişti. Ankete ben de katılmıştım ve listem yukarıdaki gibiydi. Nihayet özel bir sayıyla sonuçları duyurdular. Tam liste için buraya tıklayabilirsiniz. Şimdi listeye bir göz atalım:
1- Fight Club (Dövüş Kulübü, David Fincher, 1999).
2- The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli, Frank Darabont, 1994).
3- The Matrix (Matrix, Andry Wachowski, Larry Wachowski, 1999).
4- The Lord of the Rings: The Return of the King (Kralın Dönüşü, Peter Jackson, 2003).
5- Pulp Fiction (Ucuz Roman, Quentin Tarantino, 1994).
6- The Dark Knight (Kara Şovalye, Christopher Nolan, 2008).
7- The Lord of the Rings: The The Fellowship of the Ring (Yüzük Kardeşliği, Peter Jackson, 2001).
8- Bravehearth (Cesur Yürek, Mel Gibson, 1995).
9- Se7en (Yedi, David Fincher, 1995).
10- Forrest Gump (Robert Zemeckis, 1994).
11- The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler, Bryan Singer, 1995).
12- Titanic (Titanik, James Cameron, 1997).
13- Gladiator (Gladyatör, Ridley Scott, 2000).
14- Oldboy (İhtiyar Delikanlı, Park Chan-wook, 2003).
15- Leon (Sevginin Gücü, Luc Besson, 1994).

15te altı tutturmuşum. Liste beni tatmin etmedi. Bu liste ortalama bir sinema seyircisi listesidir. Bayanların da oy verdiğini unutmayalım. Aşağı yukarı böyle bir liste bekliyordum. Beni en çok Kill Bill vol:1'ın ilk ona girememesi şaşırttı (taaa 33. sırada) Babam ve Oğlum'un ise listeye girmesi hiç şaşırtmadı. Bir de eleştirmenlerin en iyi 15 film listesi var:

1- Pulp Fiction (Ucuz Roman, Quentin Tarantino, 1994).
2- In the Mood for Love (Aşk Zamanı, Kar Wai Wong, 2000).
3- Fight Club (Dövüş Kulübü, David Fincher, 1999).
4- Mulholland Dr. (Mulholland Çıkmazı, David Lynch, 2001).
5- Eyes Wide Shut (Gözü Tamamen Kapalı, Stanley Kubrick, 1999).
6- The Matrix (Matrix, Andry Wachowski, Larry Wachowski, 1999).
7- Trois couleurs: Rouge (Üç Renk: Kırmızı, Krzysztof Kieslowski, 1994).
8- Lost Highway (Kayıp Otoban, David Lynch, 1997).
9- Se7en (Yedi, David Fincher, 1995).
10- Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan, Michel Gondry, 2004).
11- Fargo (Joel Coen, 1996).
12- Lola rennt (Koş Lola Koş, Tom Tykwer, 1998).
13- Funny Games (Ölümcül Oyunlar, Michael Haneke, 1997).
14- Spirited Away (Ruhların Kaçışı, Hayao Miyazaki, 2001).
15- Donnie Darko (Karanlık Yolculuk, Richard Kelly, 2001).

Bu sefer 15te beş tutmuş ama kendimi bu listeye daha yakın hissediyorum. Donnie Darko dışındakilere imzamı atarım; bir de üç renkten ben en çok maviyi severim. David Lynch karabasanlarının listeye girmesi çok hoşuma gitti.

22 Kasım 2009

John McClane'nin battaniyesi

Aslında bu yazının başlığı John McClane'nin atleti olacaktı; çünkü her Zor Ölüm filminin sonlarına doğru McClane'nin atletinin tarumar olduğunu ve bunun bir Zor Ölüm filmi için alamet-i farika (klişe eleştirmen kelimeleri) teşkil ettiğini zannediyordum. Filmlerden resimler ararken bu atletin her filmde ortaya çıkmadığını; fakat battaniyenin her filmin sonunda McClane'nin üstüne örtüldüğünü farkettim. Yeni alamet-i farika battaniye oldu. Dördüncü filmde battaniye yok; zaten dördüncü film, doğruyu söylemek gerekirse, kimsenin aklında da yoktu, dolayısıyla battaniyeyi bir Zor Ölüm alamet-i farikası sayabiliriz. Bu klişe eleştirmen kelimelerinden biri de halet-i ruhiyedir. Bu Zor Ölüm filmlerini izlerken halet-i ruhiyeniz çok fluctuate eder, yani yerinde duramaz. Ortalama iki saat süren Zor Ölüm filmlerinin son yarım saatleri tadından yenmez. McClane otobüslerle, helikopterle, azman Almanlarla boğuşur; traktörlere tekme atarak havada uçak falan patlatır. Ondan daha inanılmaz bir tek kişilik ordu zor bulursunuz. Mizahı da çok sempatiktir. Hala seyretmeyenler var mıdır acaba?



16 Kasım 2009

"The Polar Express" (2004)

Bazılarının hala çocuk filmi olarak değerlendirdiği animasyon türü, bugün milyonlarca dolarlık bir pazara sahiptir ve azımsanmayacak kadar çok yetişkin hayranı vardır bu türün. IMDB Top 250 listesinde bir çok animasyon film görebilirsiniz. Ben de bu türün sıkı bir takipçisi olarak, kalburüstü yapımların vizyona girmesini dört gözle bekleyenlerdenim. Geçenlerde izlediğim The Polar Express (Kutup Ekspresi, Robert Zemeckis, 2004) çok iyi çıkınca, bunca zamandır neden izlemedim diye kendime hayıflandım. Performans yakalama yöntemiyle çekilmiş bir filmdi The Polar Express. Yani yarı animasyon yarı gerçek bir film. Animasyonlarda -Miyazaki filmleri hariç- tempo çok önemlidir, The Polar Express de aman vermeyen temposuyla başarılı bir animasyondan beklenebilecek her şeye sahip. Yönetmenin aynı yöntemle çektiği ve bu ay gösterime girecek olan A Christmas Carol (Bir Noel Şarkısı) adlı filmini de merakla bekliyorum. Bu vesileyle en sevdiğim on animasyon filmi paylaşmak istiyorum.

1- Ratatouille (Ratatuy, Brad Bird, 2007).
2- The Incredibles (İnanılmaz Aile, Brad Bird, 2005).
3- Toy Story (Oyuncak Hikayesi, John Lasseter, 1995).
4- Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo, Andrew Stanton, Lee Unkric, 2003).
5- Shrek 1 ve 2 (Andrew Adamson, Vicky Jenson, 2001-2004).
6- The Polar Express (Kutup Ekspresi, Robert Zemeckis, 2004).
7- Spirited Away (Ruhların Kaçışı, Hayao Miyazaki, 2001).
8- Toy Story 2 (Oyuncak Hikayesi 2, Ash Brannon, John Lasseter,Lee Unkric, 1999).
9- Bee Movie (Arı Filmi, Steve Hickner, Simon J. Smith, 2007).
10- Monster, Inc. (Sevimli Canavarlar, Marc Forster, 2001).

15 Kasım 2009

Hoş bir süprüz

Yazılarımda üç dört kez Michael Bay'e giydirdiğimi hatırlıyorum. Kendisi Halivudun en popüler yapımcılarından olup, teknik anlamda çok iyi ama hikaye ve sanatsal değer açısında çok zayıf filmler yapar. Eleştirmenlerin benim filmlerimi beğenmediklerini biliyorum ve bu soruna onları okumayarak çözüm buluyorum, gerçekten okumuyorum onları demiştir. Amcamın oğlu Haydarın tavsiyesi üzerine izlerken The Island'ı (Ada, Michael Bay, 2005) tedirgindim. Film ilerledikçe, tedirginliğimin gereksiz olduğunu anladım; çünkü bu sefer sanatsal değeri de olan bir filmle karşı karşıyaydım. Uydurmasyon bir hikayeden ziyade, çok çok da özgün olmamakla birlikte üzerinde kafa patlatıldığı belli olan, distopik bir senaryosu vardı filmin. Tatmin etti mi? Etti. Başyapıt mı? Hayır. Hıncal Uluç beğenmiş midir? Vallahi izlerken keyif almıştır. Filmde çok çok iyi bir araba takip sahnesinin var olduğunu da belirtmek istiyorum. Ewan McGregor ve Scarlett Johansson gibi süper yıldızların yanında, benim adamım Steve Buscemi de filme renk katıyor.

14 Kasım 2009

"Drag Me to Hell" (2009)

Yeni neslin daha çok, Örümcek Adam'ların yönetmeni olarak tanıdığı Sam Raimi aslında kafasında manyak fikirler dolaşan iyi bir korku filmi yönetmenidir. Kariyerinin ilk yıllarını kötü şöhretli korku filmleri süsler. Evil Dead üçlemesinin de yönetmeni Sam Raimi'dir. Alışılmışın dışında, absürd ama oldukça korkutucu olabilen bir üçlemedir Evil Dead üçlemesi. 1998 tarihli çok bilinmeyen ama benim çok beğendiğim A Simple Plan'i (Basit Bir Plan) izlerseniz, Coen Kardeşlerle olan dostluğunun bu filme olan yansımasını da görebilirsiniz. 2000li yıllarda Örümcek Adam (dördüncüsü yolda) filmleriyle, yedi sülalesini garanti altına alan Raimi, eski günlerine özlem duymuş olmalı ki bu korku filmini çevirmiş. Bir bankada çalışan Amerikan orta sınınfına ait Chiristine, işinde yükselmek için Çingene bir kadını evinden atmaktan çekinmiyor ve o kadının kendisine ilettiği lanet (şu kelimenin yazılışını bir türlü öğrenemedim: nalet değil lanet lanet lanet lanet...) film boyunca peşinden gelir. Drag Me to Hell'in (Kara Büyü, 2009) ilginç yanı, korku filmi klişelerine bu kadar yoğun başvurup, çok da özgün olmayan bir hikayeyle, bu kadar başarılı olması. Özgün olan neydi Drag Me to Hell'de? Kapı gıcırtısı, kedi miyavlaması, cam kırıkları, mezar kazma sahnesi, hatta otoparkta gece saldırıya uğrama sahnesi bile daha önce milyarlarca kez korku filmlerinde kullanılmıştı. Sanırım bunun sırrı: filmin başlarında yaratılan çok başarılı atmosferle, seyirciyi özdeşleşme yapmaya sorunsuz yönlendirmesiydi. Zaten kurgusal olan bir eserin (sinema, tiyatro, roman vs) başarılı olması veya başka bir söylemle satması seyircide özdeşleme olayını yakalamaktan geçmektedir. Belli belirsiz gerçekleşen bu kimlik transferi sonunda; çok iyi film olmuş abi, manyak bir roman, nefesimi tuttum, ay ben aşk filmlerini çok severiiim gibi cümleler duyarsınız. Sam Raimi de başarılı bir yapımcı olması sayesinde bu kimlik transferini iyi yapanlardan.

02 Kasım 2009

"The Italian Job"daki (1969) Mini Cooperlar



Bu blogda birkaç kere, Mini Cooper marka arabalar kendilerinden bahsettirdiler. Karanlıktakiler (Çağan Irmak, 2009) filminde, beni tebessüm ettiren tek karenin, bir Mini Cooperın göründüğü kare olduğunu belirtmiştim. Aslında iki tane The Italian Job (İtalyan İşi) adlı film var. 2003 yılındaki yeniden çevrimi F. Gary Gray'in (?) yönetmişti ve Charlize Theron, Edward Norton, Mark Wahlberg gibi yıldız oyuncularla sevimli bir soygun komedisi olmayı başarmıştı. 1969 tarihli orijinal film (Peter Collinson, 1969) de sevimli bir komedi olmayı başarıyor. Bu iki filmin benim için önemi, uzun birer Mini Cooper reklamıymış gibi değerlendirilebilecek olmalarıdır. Her iki filmde de Mini Cooperlar, yaklakış yarım saat arz-ı endam ederler. Yeni Mini Cooperların her yerde videoları bulunabildiğinden (son günlerde Okan Bayülgen'in oynadığı bir reklam filmi örneğin), eski filmden size bir kesit sunmak istedim. Çok şekerler.

01 Kasım 2009

Sorry meayit (mate)

Eden Lake (Kanlı Göl, James Watkins, 2008) filmiyle ilgili bilgileri toplarken, sıkça karşıma çıktı This is England (Burası İngiltere, Shane Meadows, 2006) ismi. İzlemeyi düşündüm, iyi de etmişim. On üzerinden dokuz verdiğim bir film oldu. 80li yılların başında, Thatcher politikalarının ve Arjantin'le girişilen Falkland adaları savaşının toplum üzerine bıraktığı tahrip edici etkiyi, bu kadar etkileyici ve de bu kadar slogan atmayacak şekilde anlatabildiği için, This is England mükemmel bir film. İngiltere'deyken, Highbury semtinde; metroda bira içip, kutusunu koltukların üzerine atıp giden tipler görmüştüm. Sanki Thatcher dönemindeki skinheadler (derikafa) gibiydiler. This is England, işte bu skinheadleri anlatıyor. Filmde aksayan hiçbir şey yok. Oyunculuklar o kadar iyi ki yönetmen gizlice kamerasını sokağa döndürmüş gibi. Shane Meadows, bundan sonra her filmini takip edeceğim bir yönetmen olacak. Çok çok iyi..