31 Aralık 2008

"House of Games" (1987)

Merkez Dergi Grubunun çıkarttığı Sinema dergisini takip edenler benim de aynı dergiyi takip ettiğimi izlediğim filmlerden anlayabilirler. House of Games (Oyun Evi) Sinema dergisinin Ekim sayısı sayesinde haberdar olduğum bir film. Yönetmeni David Mamet. Okuldayken Mamet'in Oleanna (1994) adlı bir tiyatro eserini okumuştum. Hatırladığım kadarıyla çok iyiydi. Aynı Mamet hem senaryolar yazıyormuş hem de arada sırada yönetmenlik yapıyormuş meğerse. House of Games de ilk filmi ve bir con movie yani üçkağıtçı filmi. Görüntü yönetimi kusursuz. 1980li yılların havasını çok iyi yansıtıyor. Oyunculuklar çok inandırıcı. Tiyatrocu sinemacıların bazen yaptığı gibi abartılı bir oyunculuk yok. Çünkü sizi 150 metre ileride duyması gereken birileri yok (Ben o yüzden tiyatroyu sevmem bu da ayrı bir yazı konusu). Filmde dikkati çeken bir diğer özellik de diyalogların tuhaflığı. Buradaki tuhaflığı kötü anlamda söylemiyorum. Alışılmadık bir konuşma stilleri var karakterlerin. Gerilime gerilim katıyor da diyemem ama filme kişilik kattığı bir gerçek. Sürpriz son mu dediniz? Var. Freudyen altmetinler? Onlar da var. Midenize sıkı bir yumruk yemek? O yok işte.

29 Aralık 2008

Tekrar izlemek istediğim filmler

Dressed to Kill'den (Öldürmeye Hazır, Brian De Palma, 1980) bahsederken aklıma tekrar izlemeyi istediğim filmler geldi. Psycho (Sapık, Alfred Hitchcock, 1960) veya Hannibal (Ridley Scott, 2001) gibi filmleri ilk kez izlediğinizde aldığınız tadı maalesef tekrar izlediğinizde alamıyorsunuz. Bunun sebebini bu filmleri izlemiş olanlar anladı. Fakat bazı filmleri ise tekrar izlemeniz gerektiğini, mutlaka bir şeyler daha bulacağınızı düşünürsünüz. İşte benim listem.
1- Chinatown (Çin Mahallesi), Roman Polanski, 1974.
2- Scarface (Yaralı Yüz), Brian De Palma, 1983.
3- Dances with Wolves (Kurtlarla Dans), Kevin Costner, 1990.
4- Blow Out (Patlama), Brian De Palma, 1981.
5- U-Turn (Kaybedenler) , Oliver Stone, 1997.
6- The Shining (Cinnet), Stanley Kubrick, 1980.
7- The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli), Frank Darabont, 1994.
8- Crouching Tiger Hidden Dragon (Kaplan ve Ejderha), Ang Lee, 2000.
9- Good Bye! Lenin (Elveda Lenin), Wolfgang Becker, 2003.
10- Blade Runner (Bıçak Sırtı), Ridley Scoot, 1982.
11- The Birds (Kuşlar), Alfred Hitchcock, 1963.
12- Trainspotting, Danny Boyle, 1996.
13- Miller's Crossing (Miller Kavşağı), Joel Coen, 1990.
14- Goodfellas (Sıkı Dostlar), Martin Scorsese, 1990.
15- LA Confidential (Los Angeles Sırları), Curtis Hanson, 1997.
16- Rosemary's Baby (Rosemary'nin Bebeği), Roman Polanski, 1968.
17- Heat (Büyük Hesaplaşma), Michael Mann, 1995.
18- 25th Hour (25. Saat), Spike Lee, 2002.
19- High Fidelity (Sensiz Olmaz), Stephen Frears, 2000.
20- The King of Comedy (Komediler Kralı), Martin Scorsese, 1982.

28 Aralık 2008

Buscemi vs. Cavcı

Demirkubuz vs. Haneke başlıklı yazıma benzer bir yazı yazacağım bugün. Steve Buscemi ve Osman Cavcı'nın tiplerinin ve Demirkubuz ve Haneke'deki kadar keskin olmasa da, tarzlarının da benzediğini düşünüyorum. İkisi de bol miktarda salak adam rolü oynamıştır. Osman Cavcı genelde bu rolde ısrar ederken belki de etmek zorunda kalırken, Steve Buscemi değişik rollere soyunmasını da bilmiştir. Örneğin O'nu Fargo'da (1997, Joel Coen) inanılmaz bir rolde izleriz. Osman Cavcı'nın ise Hababam Sınıfı Güle Güle'deki (1981, Kartal Tipet) abazan öğrenci ve Muhsin Bey'deki (1987, Yavuz Turgul) üçkağıtçı yardımcı eleman rolleri akılda kalmıştır. İkisinin de eli kalem tutar. Steve Buscemi Coen Kardeşlerin filmlerinde genelde ölür, Osman Cavcı'nın da İbrahim Tatlıses ile oynadığı bir filmde "Yandım anam!" diyerek öldüğünü ve benim tekrar izlemeyi çok istediğim Zavallı adlı filmde öldüğünü hatırlıyorum. Sonuç olarak ikisi de enteresan tipler ve perdeye çok yakışıyorlar.

27 Aralık 2008

"The Hunger" (1983)


Vampir filmleri anaakım sinemacılardan ziyade genelde B tipi filmler çeken sinemacıların ilgi odağı olmuştur. En büyük özelliği anaakım sinema içerisinde yer almak olan Tony Scott'ın bir vampir filmi var. Oyuncular da Avrupa ve Amerikan sinemasının iki yıldızı: Catherine Deneuve ve Susan Sarandon. Her vampir filminde olduğu gibi erotizm dozu yüksek tutulmuş. B filmi havasının kesinlikle olmadığı bu film olağanüstü görüntü yönetimiyle dikkat çekiyor. Hiçbir sahne öylesine çekilmemiş. Zaten her zaman ağabeyi Ridley Scott'ın gölgesinde kalan Tony Scott'ın görüntü yönetimine çok önem verdiği bir gerçek. Fragmanını izlerken sürükleyici anlamına gelen İngilizce kelimeyi de öğrenmiş oldum. Riveting.. The Hunger (Açlık) sürükleyici bir film.

King of Pop


Komançero başlıklı yazımda gösterilen, kendisine aşırı güvenen abi eğer sağsa bu videoyu izlemesini isterdim. Brekdansın alasını yapıyor Michael Jackson. Şimdiki yaşlıların kullandığı "nerede eski bayramlar" klişesi gibi biz de yaşlanınca "nerede o eski süperstarlar" mı diyeceğiz?

"Dressed to Kill" (1980)

Bazı filmler hayatınıza öyle bir girer ki sonra onları çıkarmanız mümküniyet sınırları içerisinde değildir. Her daim hatırlarsınız, hep izlemek istersiniz. Ömür boyu favorileriniz arasında yer alacağı kesindir. Dressed to Kill, (Öldürmeye Hazır, 1980) işte böyle bir film benim için. Brian De Palma'nın en formda olduğu zamanlarda çekilmiş. Sizin için değişik bir deneyim olacak eğer izlerseniz. Filmde zekice çekilmiş cinayet sahneleri ve yine zekice kurgulanmış bir öykü bulacaksınız. Hitckcock etkilerini filmde bariz yer alıyor.IMDB'de tür olarak crime, horror, mystery ve thriller yazıyor. Bu kelimeler sırasıyla; polisiye, korku, mistik ve gerilim diye çevirilebilirler. Ancak hiçbiri tek başına bu filmin türünü karşılamıyor. Sizi şaşırtmaya aday bir film.

25 Aralık 2008

"Tabutta Rövaşata" ve Yansımalar

Gözüm kapalı en iyi üç Türk filmi listesine koyabileceğim bir eser "Tabutta Rövaşata" (Derviş Zaim, 1996). Filmin adının ne kadar önemli olduğunu da çok iyi ispatlayan bir film TR. İsmini duyup da merak etmeyen bir sinemasever çok zor çıkar herhalde. Füsun Erbulak'ın "60 Günlük Bir Şey" adlı kitabının kahramanı Ahmet Uğurlu Mazlum rolünde harikalar yaratıyor. Marjinal karakterleri, diyalogları ve imgeleriyle unutulmayacak bir film. Ezber bozucu, itiraz eden, sınıfa giren öğretmene verilen "Yaramazlar" listesinin en üstünde yer alan bir film TR. Benim asıl değinmek istediğim konu, Yansımalar adlı müzik grubunun eserlerinin bu filmde kullanılması. Başka bir filmde kullanıldığını bilmiyorum, bilen varsa düzeltsin ama bu grubun eserlerinin neden filmlerde kullanılmadığını hep merak etmişimdir. Okkalı bir dram çekmek istiyorsanız işte orada duruyor Yansımalar grubu. Gidin, anlaşın ve müziklerini kullanın. Aşağıdaki dosyada benim Yansımalar'dan en beğendiğim eser olan "Eylül Sonu"nu dinleyeceksiniz. Kötü sonla biten bir filmin (büyük olasılıkla bir aşk filminin) sonuna çok iyi gideceğini düşünüyorum.

Show TV Türk Sineması jeneriği

Sanırım 1992 yılıydı. Biz o zamanlar 7. sınıf, o zamanın terminolojisiyle orta 2. sınıf öğrencisiydik (Eski para birimini kullananları eleştirdiğim gibi eski eğitim sistemi terimlerini kullananları da eleştiriyorum). Ortalığı Terminator 2 kasıp kavururken yeni kurulan bir televizyon kanalı sinema izleyicisi için çok şey vaat ediyordu. Polis Akademilerini, Indiana Jonesları, Jawsları, Rockyleri, Ramboları ilk defa görüyordum. Hatırlayan hatırlar, R.E.M'den "Losing My Religion" şarkısı eşliğinde bir sonraki ay oynayacak filmlerin tanıtımını yaparlardı. Ve bu kanal Türk sineması için de çok güzel vaatlerde bulunuyordu. Show TV'nin Türk Sineması jeneriğiyle Youtube'da karşılaşınca sizinle paylaşmak istedim. Bu jenerik başlayınca heyecanlanırdım. Dediğim gibi önceden sadece Türk Sinemasını takip ederdim. Bu jenerik eşliğinde izlediğim; Sarı Mersedes, Gizli Duygular, Adı Vasfiye, Talihli Amele, Kibar Feyzo, Askerin Dönüşü, Umut Dünyası, Banker Bilo, Kupa Kızı, Yoksul, Fatma Bacı gibi filmler beni çok etkilemişlerdir zamanında. Bu arada Spor Stüdyosu'nun jeneriğini arıyorum bulamıyorum. Bulan varsa bana bir zahmet ulaşsın.

23 Aralık 2008

Zeki Demirkubuz'un son filmi

Zeki Demirkubuz şu anda Zonguldak'ta 2009 yılında gösterime girecek olan son filmi Kıskanmak için çalışmalarını sürdürüyor. Yine insan doğasını anlamaya çalışacağını söylüyor ama bu filmi diğerlerinden farklı olacak. 30lu yıllarda geçen bir dönem filmi çekiyor Demirkubuz. İçimden bir ses olmayacak diyor. İnşallah yanılırım. Neden olmaz? Kimseninkine benzemeyen, oldukça kişisel bir gerçekçiliği var Zeki Demirkubuz'un. Bir dönem filminin yani "aslında öyle olmayan" bir filmin bu gerçekçiliği bozacağını düşünüyorum. Bekleyip görelim. (Bu arada sonra yan çizdin demeyin. Film belki kendi adına "iyi" bir film olacaktır ama benim düşüncem, bir Zeki Demirkubuz filmi olmayacaktır.)

Belki de sadece tesadüftür 1

Ace Ventura: Pet Detective (Budala Dedektif, 1994)

Recep İvedik (2008)

"Belki de sadece tesadüftür" serisini başlatıyorum. Takdir sizin..

Çeviri hatası 1

Biliyorum İngilizce bilmeyenler için çok şey ifade etmeyecek ama bu çeviri hatalarını zaman zaman bloğuma taşımak istiyorum. Kafkasyalı bir klasikti ve yazmıştım. Sıradaki hatamız David Fincher'ın 1997 tarihli üstün zeka ürünü filmi The Game'den (Oyun). Douglas'ın canlandırdığı Nicholas Van Orton, Sena Penn'in canlandırdığı kardeşi Conrad Van Orton'a soruyor: "You still on medication?" yani "Hala ilaç kullanıyor musun?". Çevirmenimiz ne yapmış? "Halen meditasyon yapıyor musun?" Hoş olmuş.

22 Aralık 2008

"The Panic in Needle Park" (1971)



The Panic in Needle Park ülkemizde Esrar Bitti adıyla bilinen bir film. Yönetmeni Scarecrow filminin de yönetmeni olan Jerry Schatzberg. Filmin açılışında da açıklama yapıldığı üzere Needle Park, New York Broadway'deki Sherman Meydanı'na uyuşturucu kullanlar tarafından verilmiş bir isim. Panic ise bir kriz, yokluk durumunu ifade ediyor. Bu film Al Pacino'nun ilk başrolü. Bu filmdeki rolüyle The Godfather'daki (Baba, Francis Ford Coppola, 1972) rolünü kapıyor ve sonrasını hepimiz biliyoruz. Mükemmel bir kompozisyon! Zaten kanundışı adamları çok iyi canlandırıyor. Hayranları bu çok da bilinmeyen filmi mutlaka izlesinler. Bir de size hoşluk yapmak istedim. Aşağıdaki resimlerde, bu filmde gözüken ve 70li yıllar Amerikan sinemasındaki kanundışı zenci prototiplerinin örneklerini göreceksiniz.

Gişe kaygılı film

Ticari sinemaya örnek ver deseler, 2005 tarihli Flightplan'i (Uçuş Planı) gözüm kapalı verirdim. Her Hitchcock hayranın aklına tabi ki The Lady Vanishes'ı (Bir Kadın Kayboldu, 1938) getiren bu film o kadar da kötü değil aslında. Tam Hıncal Uluç'un "Vallahi ben izlerken keyif aldım" diyeceği cinsten bir film.

"Sonbahar" (2008)

Türk sinemasında güzel şeyler oluyor! Yetenekli yönetmenler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Hali hazırda NBC, ZD ve RE vardı (kim bunlar?). Geçen sene bunlara Semih Kaplanoğlu da eklendi. Artık filmlerini takip edeceğim bir yönetmen daha var: Özcan Alper.
Haftasonu Ankara'ya gitmiştim. Uzun zamandır hakkında olumlu eleştiriler okuduğum Sonbahar filmi vizyona yeni girmişti ve minimalist bir filmin Bolu'da hiç şansı yoktu. Fırsat bu fırsat deyip gittim Etlik, Anteres sinemalarına. Film gösterime gireli bir kaç gün olmasına rağmen 10-12 kişi vardı. İkisi zaten ara verilmeden kalkıp gittiler. Sanırım onlar Michael Bay'in filmlerini sevenlerdendi. Çok değil bir hafta önce filmin çekildiği mekan olan Karadeniz bölgesinde gezmiş olmamdan mıdır veya Karadeniz bölgesinde dört yıl yaşamış (Sinop) olmamdan mıdır bilmiyorum filmle daha ilk dakikadan itibaren bir gönül bağı kurdum. Çok iyi bildiğim, Karadeniz bölgesinin insana hissettirdiği hapsedilmişlik ve bununla beraber aşık olma duygusunu film çok iyi veriyordu. Böyle başarılı dramlar az bulunuyor. Son dönemdeki meşhur deyimle midenize sıkı bir yumruk yemiş gibi hissedeceksiniz. Fragmanı izleyince bile o duyguyu hissedeceksiniz. Bazı eksikleri de mevcut filmin. Annenin Lazca (düzeltme: Hemşince. Teşekkürler adsız) konuşup söylediklerinin Türkçe altyazıyla aktarılmasını çok olumlu buluyorum ama Artvin'in o dağ köyünde doğup büyüyen Yusuf karakterinin bu kadar düzgün İstanbul Türkçesi konuşması imkansız gibi geliyor bana. Bunlar önemli detaylar benim için. Bir de kamera çok sallanıyordu fakat bu sinemadaki makinenin kusuru da olabilir. Sonuç olarak Sonbahar etkisinden uzunca bir süre kurtulamayacağım bir film. Ve Gürcü oyuncu Megi Kobaladze...Nasıl bu kadar...olabiliyorsun? (kelime bulamadım).

18 Aralık 2008

I'm just..I'm just..Jeeeesus!

40 yıl = 40 film..Woody Allen Hollywood koşulları içerisinde en az Osman F. Seden kadar üretken bana göre. Sadık hayranıyım ama kendisi New York sularını terk ettiğinden beri aramız açık. O'nun nevrotik, panikatak New Yorklu tiplemesini çok özledim. Umarım şu Avrupa'dan döner de tekrar kararsız kalır, bunalıma girer, aşık olur, vazgeçer, terkedilir, şaşırır, başarısız olur, yüceltilir, üstüne döker, övülür, bir çuval inciri berbat eder, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olur, yazamaz ve yönetemez.

16 Aralık 2008

Hareketli

Uzun zamandır halk müziği korolarında görev yaptığım için halkın ne tarz parçalardan hoşlanacağını iyi bilirim. Halk tarafından beğenilen bir konser yapmak istiyorsanız hareketliye ağırlık vermeniz gerekiyor. Aynı durum acaba sinema için de mi geçerli? Otogarlar ve SMS başlıklı yazıyı yazarken aklıma geldi. Çok sık otobüs yolculuğu yaptığım için bu yolculuklar esnasında Luc Besson'un Taxi ve Jason Statham'ın Transporter serisi ürünleri filmlerin sürekli gösterildiğini görüyorum. Üç Maymun'u (2008) sinemada yedi sekiz kişiyle izleyen birisi için bu durum şaşırtıcı değil. Ben şahsen kendim bizzat bu filmleri izlemedim ama anlaşılan halk, müzikte olduğu gibi sinemada da hareketliyi seviyor.

15 Aralık 2008

Hayallerim Aşkım ve Sen


Mercedes Smart ForTwo.

Otogarlar ve SMS


Son bir ay içinde 14 kez şehirlerarası otobüs yolculuğu yapmış olmamdan dolayı, otogarların etkili bir dram çekmek için filmlerde bulunmalarının çok yerinde olacağı düşüncesine yeni sahip olmuş değilim. Bu düşünce eskiden beri bende vardı. Otogarların ne kadar garip bir hüznü var değil mi? Çünkü her “gitmek” geride bir şeyler bırakmaktır. İyi yada kötü…Olmayınca olmuyordur ve siz “gitmek”, geride bir şeyler bırakmak zorunda kalmışsınızdır. Hiç de sürpriz olmayan bir şekilde Zeki Demirkubuz ve Fatih Akın bu ince ayrıntıyı görmüşler ve bazı filmlerinde kullanmışlar. Aynı garip duyguyu ben smslerde de hissediyorum. Etkili bir dram çekmek konusunda smsler de çok işlevsel olabilirler. Çünkü smslerde insan birisinin yüzüne karşı veya telefonda çok kolay söyleyemeyeceği şeyleri ifade edebiliyor. Bu da hüzne hüzün katabiliyor. Otogarda yeni bir “gitmek” olayını gerçekleştirmeye hazırlanan kahramanımıza duygusal içerikli (şiirsel değil) bir sms gelir…Sırf bu cümleden bile bir senaryo üretilebilir. Hiç başıma gelmedi.


11 Aralık 2008

"Suspiria" (1977)

Samsun, Terme'deki Ulusoy tesislerinden dvdsini görünce hemen almıştım. Tarif etmesi güç bir atmosferi var Suspiria'nın. Cinayet sahneleri her Argento filminde olduğu gibi on numara. Bu filmdeki müziğin ne kadar korkunç olduğunu anlatmaya kelime bulamıyorum. Goblins grubuna ait olan müzik, büyük varillere davul tokmaklarıyla vurularak elde edilmiş. Bu yazıyı okuduğunuz günden sonraki ilk cumartesi gecesi ışıkları söndürüp izlemenizi tavsiye ediyorum.

Zeki Müren: Bizs ayrılamayızs, bizss ayrılamayısss!


08 Aralık 2008

33 yaşında, erkek, Kafkasyalı

"Beyaz ırka mensup" anlamına gelen "Caucasian" kelimesi, filmlerin Türkçe dublajlarında en sık yapılan ve en absürd hatalardan birisidir. Sabah polis memuru olay mahaline gelir, maktülü görür, alır telsiz eline ve "33 yaşında, erkek, Kafkasyalı, roger".

03 Aralık 2008

10 dakika ara

Sevgili halkım yine sizler için 4 günlük bir Portekiz seyahatine çıkmak zorunda kalacağım. Gelince kaldığım yerden devam etmeyi umuyorum.

02 Aralık 2008

"Scrapbook" (2000)

Zeki Demirkubuz Vietnamcada bir müzikal çekse Eric Stanze'nin Scrapbook'undan (2000) daha başarılı olurdu. Amaç kendisinden nefret ettirerek kült film olmaksa onu da başaramıyor Scrapbook.

01 Aralık 2008

"Zavallı" (1990)

İlyas Salman'ın video piyasası için çektiği Zavallı adlı film en çok aradığım filmlerden biri. Bir iki kere televizyonda izlediğim bu filmi arşivime katmak istiyorum. Lakin hiçbir yerde yok, afişi de yok. Cengiz Sezici, Osman Cavcı gibi enteresan oyuncularla acı bir mizaha ve tarifi zor bir kasvetli atmosfere sahip. Benim için kült bir filmdir. (Diğer çok merak edilen film için bkz. Taçsız Kral, 1965, Atıf Yılmaz.)