31 Aralık 2008

"House of Games" (1987)

Merkez Dergi Grubunun çıkarttığı Sinema dergisini takip edenler benim de aynı dergiyi takip ettiğimi izlediğim filmlerden anlayabilirler. House of Games (Oyun Evi) Sinema dergisinin Ekim sayısı sayesinde haberdar olduğum bir film. Yönetmeni David Mamet. Okuldayken Mamet'in Oleanna (1994) adlı bir tiyatro eserini okumuştum. Hatırladığım kadarıyla çok iyiydi. Aynı Mamet hem senaryolar yazıyormuş hem de arada sırada yönetmenlik yapıyormuş meğerse. House of Games de ilk filmi ve bir con movie yani üçkağıtçı filmi. Görüntü yönetimi kusursuz. 1980li yılların havasını çok iyi yansıtıyor. Oyunculuklar çok inandırıcı. Tiyatrocu sinemacıların bazen yaptığı gibi abartılı bir oyunculuk yok. Çünkü sizi 150 metre ileride duyması gereken birileri yok (Ben o yüzden tiyatroyu sevmem bu da ayrı bir yazı konusu). Filmde dikkati çeken bir diğer özellik de diyalogların tuhaflığı. Buradaki tuhaflığı kötü anlamda söylemiyorum. Alışılmadık bir konuşma stilleri var karakterlerin. Gerilime gerilim katıyor da diyemem ama filme kişilik kattığı bir gerçek. Sürpriz son mu dediniz? Var. Freudyen altmetinler? Onlar da var. Midenize sıkı bir yumruk yemek? O yok işte.

29 Aralık 2008

Tekrar izlemek istediğim filmler

Dressed to Kill'den (Öldürmeye Hazır, Brian De Palma, 1980) bahsederken aklıma tekrar izlemeyi istediğim filmler geldi. Psycho (Sapık, Alfred Hitchcock, 1960) veya Hannibal (Ridley Scott, 2001) gibi filmleri ilk kez izlediğinizde aldığınız tadı maalesef tekrar izlediğinizde alamıyorsunuz. Bunun sebebini bu filmleri izlemiş olanlar anladı. Fakat bazı filmleri ise tekrar izlemeniz gerektiğini, mutlaka bir şeyler daha bulacağınızı düşünürsünüz. İşte benim listem.
1- Chinatown (Çin Mahallesi), Roman Polanski, 1974.
2- Scarface (Yaralı Yüz), Brian De Palma, 1983.
3- Dances with Wolves (Kurtlarla Dans), Kevin Costner, 1990.
4- Blow Out (Patlama), Brian De Palma, 1981.
5- U-Turn (Kaybedenler) , Oliver Stone, 1997.
6- The Shining (Cinnet), Stanley Kubrick, 1980.
7- The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli), Frank Darabont, 1994.
8- Crouching Tiger Hidden Dragon (Kaplan ve Ejderha), Ang Lee, 2000.
9- Good Bye! Lenin (Elveda Lenin), Wolfgang Becker, 2003.
10- Blade Runner (Bıçak Sırtı), Ridley Scoot, 1982.
11- The Birds (Kuşlar), Alfred Hitchcock, 1963.
12- Trainspotting, Danny Boyle, 1996.
13- Miller's Crossing (Miller Kavşağı), Joel Coen, 1990.
14- Goodfellas (Sıkı Dostlar), Martin Scorsese, 1990.
15- LA Confidential (Los Angeles Sırları), Curtis Hanson, 1997.
16- Rosemary's Baby (Rosemary'nin Bebeği), Roman Polanski, 1968.
17- Heat (Büyük Hesaplaşma), Michael Mann, 1995.
18- 25th Hour (25. Saat), Spike Lee, 2002.
19- High Fidelity (Sensiz Olmaz), Stephen Frears, 2000.
20- The King of Comedy (Komediler Kralı), Martin Scorsese, 1982.

28 Aralık 2008

Buscemi vs. Cavcı

Demirkubuz vs. Haneke başlıklı yazıma benzer bir yazı yazacağım bugün. Steve Buscemi ve Osman Cavcı'nın tiplerinin ve Demirkubuz ve Haneke'deki kadar keskin olmasa da, tarzlarının da benzediğini düşünüyorum. İkisi de bol miktarda salak adam rolü oynamıştır. Osman Cavcı genelde bu rolde ısrar ederken belki de etmek zorunda kalırken, Steve Buscemi değişik rollere soyunmasını da bilmiştir. Örneğin O'nu Fargo'da (1997, Joel Coen) inanılmaz bir rolde izleriz. Osman Cavcı'nın ise Hababam Sınıfı Güle Güle'deki (1981, Kartal Tipet) abazan öğrenci ve Muhsin Bey'deki (1987, Yavuz Turgul) üçkağıtçı yardımcı eleman rolleri akılda kalmıştır. İkisinin de eli kalem tutar. Steve Buscemi Coen Kardeşlerin filmlerinde genelde ölür, Osman Cavcı'nın da İbrahim Tatlıses ile oynadığı bir filmde "Yandım anam!" diyerek öldüğünü ve benim tekrar izlemeyi çok istediğim Zavallı adlı filmde öldüğünü hatırlıyorum. Sonuç olarak ikisi de enteresan tipler ve perdeye çok yakışıyorlar.

27 Aralık 2008

"The Hunger" (1983)


Vampir filmleri anaakım sinemacılardan ziyade genelde B tipi filmler çeken sinemacıların ilgi odağı olmuştur. En büyük özelliği anaakım sinema içerisinde yer almak olan Tony Scott'ın bir vampir filmi var. Oyuncular da Avrupa ve Amerikan sinemasının iki yıldızı: Catherine Deneuve ve Susan Sarandon. Her vampir filminde olduğu gibi erotizm dozu yüksek tutulmuş. B filmi havasının kesinlikle olmadığı bu film olağanüstü görüntü yönetimiyle dikkat çekiyor. Hiçbir sahne öylesine çekilmemiş. Zaten her zaman ağabeyi Ridley Scott'ın gölgesinde kalan Tony Scott'ın görüntü yönetimine çok önem verdiği bir gerçek. Fragmanını izlerken sürükleyici anlamına gelen İngilizce kelimeyi de öğrenmiş oldum. Riveting.. The Hunger (Açlık) sürükleyici bir film.

King of Pop


Komançero başlıklı yazımda gösterilen, kendisine aşırı güvenen abi eğer sağsa bu videoyu izlemesini isterdim. Brekdansın alasını yapıyor Michael Jackson. Şimdiki yaşlıların kullandığı "nerede eski bayramlar" klişesi gibi biz de yaşlanınca "nerede o eski süperstarlar" mı diyeceğiz?

"Dressed to Kill" (1980)

Bazı filmler hayatınıza öyle bir girer ki sonra onları çıkarmanız mümküniyet sınırları içerisinde değildir. Her daim hatırlarsınız, hep izlemek istersiniz. Ömür boyu favorileriniz arasında yer alacağı kesindir. Dressed to Kill, (Öldürmeye Hazır, 1980) işte böyle bir film benim için. Brian De Palma'nın en formda olduğu zamanlarda çekilmiş. Sizin için değişik bir deneyim olacak eğer izlerseniz. Filmde zekice çekilmiş cinayet sahneleri ve yine zekice kurgulanmış bir öykü bulacaksınız. Hitckcock etkilerini filmde bariz yer alıyor.IMDB'de tür olarak crime, horror, mystery ve thriller yazıyor. Bu kelimeler sırasıyla; polisiye, korku, mistik ve gerilim diye çevirilebilirler. Ancak hiçbiri tek başına bu filmin türünü karşılamıyor. Sizi şaşırtmaya aday bir film.

25 Aralık 2008

"Tabutta Rövaşata" ve Yansımalar

Gözüm kapalı en iyi üç Türk filmi listesine koyabileceğim bir eser "Tabutta Rövaşata" (Derviş Zaim, 1996). Filmin adının ne kadar önemli olduğunu da çok iyi ispatlayan bir film TR. İsmini duyup da merak etmeyen bir sinemasever çok zor çıkar herhalde. Füsun Erbulak'ın "60 Günlük Bir Şey" adlı kitabının kahramanı Ahmet Uğurlu Mazlum rolünde harikalar yaratıyor. Marjinal karakterleri, diyalogları ve imgeleriyle unutulmayacak bir film. Ezber bozucu, itiraz eden, sınıfa giren öğretmene verilen "Yaramazlar" listesinin en üstünde yer alan bir film TR. Benim asıl değinmek istediğim konu, Yansımalar adlı müzik grubunun eserlerinin bu filmde kullanılması. Başka bir filmde kullanıldığını bilmiyorum, bilen varsa düzeltsin ama bu grubun eserlerinin neden filmlerde kullanılmadığını hep merak etmişimdir. Okkalı bir dram çekmek istiyorsanız işte orada duruyor Yansımalar grubu. Gidin, anlaşın ve müziklerini kullanın. Aşağıdaki dosyada benim Yansımalar'dan en beğendiğim eser olan "Eylül Sonu"nu dinleyeceksiniz. Kötü sonla biten bir filmin (büyük olasılıkla bir aşk filminin) sonuna çok iyi gideceğini düşünüyorum.

Show TV Türk Sineması jeneriği

Sanırım 1992 yılıydı. Biz o zamanlar 7. sınıf, o zamanın terminolojisiyle orta 2. sınıf öğrencisiydik (Eski para birimini kullananları eleştirdiğim gibi eski eğitim sistemi terimlerini kullananları da eleştiriyorum). Ortalığı Terminator 2 kasıp kavururken yeni kurulan bir televizyon kanalı sinema izleyicisi için çok şey vaat ediyordu. Polis Akademilerini, Indiana Jonesları, Jawsları, Rockyleri, Ramboları ilk defa görüyordum. Hatırlayan hatırlar, R.E.M'den "Losing My Religion" şarkısı eşliğinde bir sonraki ay oynayacak filmlerin tanıtımını yaparlardı. Ve bu kanal Türk sineması için de çok güzel vaatlerde bulunuyordu. Show TV'nin Türk Sineması jeneriğiyle Youtube'da karşılaşınca sizinle paylaşmak istedim. Bu jenerik başlayınca heyecanlanırdım. Dediğim gibi önceden sadece Türk Sinemasını takip ederdim. Bu jenerik eşliğinde izlediğim; Sarı Mersedes, Gizli Duygular, Adı Vasfiye, Talihli Amele, Kibar Feyzo, Askerin Dönüşü, Umut Dünyası, Banker Bilo, Kupa Kızı, Yoksul, Fatma Bacı gibi filmler beni çok etkilemişlerdir zamanında. Bu arada Spor Stüdyosu'nun jeneriğini arıyorum bulamıyorum. Bulan varsa bana bir zahmet ulaşsın.

23 Aralık 2008

Zeki Demirkubuz'un son filmi

Zeki Demirkubuz şu anda Zonguldak'ta 2009 yılında gösterime girecek olan son filmi Kıskanmak için çalışmalarını sürdürüyor. Yine insan doğasını anlamaya çalışacağını söylüyor ama bu filmi diğerlerinden farklı olacak. 30lu yıllarda geçen bir dönem filmi çekiyor Demirkubuz. İçimden bir ses olmayacak diyor. İnşallah yanılırım. Neden olmaz? Kimseninkine benzemeyen, oldukça kişisel bir gerçekçiliği var Zeki Demirkubuz'un. Bir dönem filminin yani "aslında öyle olmayan" bir filmin bu gerçekçiliği bozacağını düşünüyorum. Bekleyip görelim. (Bu arada sonra yan çizdin demeyin. Film belki kendi adına "iyi" bir film olacaktır ama benim düşüncem, bir Zeki Demirkubuz filmi olmayacaktır.)

Belki de sadece tesadüftür 1

Ace Ventura: Pet Detective (Budala Dedektif, 1994)

Recep İvedik (2008)

"Belki de sadece tesadüftür" serisini başlatıyorum. Takdir sizin..

Çeviri hatası 1

Biliyorum İngilizce bilmeyenler için çok şey ifade etmeyecek ama bu çeviri hatalarını zaman zaman bloğuma taşımak istiyorum. Kafkasyalı bir klasikti ve yazmıştım. Sıradaki hatamız David Fincher'ın 1997 tarihli üstün zeka ürünü filmi The Game'den (Oyun). Douglas'ın canlandırdığı Nicholas Van Orton, Sena Penn'in canlandırdığı kardeşi Conrad Van Orton'a soruyor: "You still on medication?" yani "Hala ilaç kullanıyor musun?". Çevirmenimiz ne yapmış? "Halen meditasyon yapıyor musun?" Hoş olmuş.

22 Aralık 2008

"The Panic in Needle Park" (1971)



The Panic in Needle Park ülkemizde Esrar Bitti adıyla bilinen bir film. Yönetmeni Scarecrow filminin de yönetmeni olan Jerry Schatzberg. Filmin açılışında da açıklama yapıldığı üzere Needle Park, New York Broadway'deki Sherman Meydanı'na uyuşturucu kullanlar tarafından verilmiş bir isim. Panic ise bir kriz, yokluk durumunu ifade ediyor. Bu film Al Pacino'nun ilk başrolü. Bu filmdeki rolüyle The Godfather'daki (Baba, Francis Ford Coppola, 1972) rolünü kapıyor ve sonrasını hepimiz biliyoruz. Mükemmel bir kompozisyon! Zaten kanundışı adamları çok iyi canlandırıyor. Hayranları bu çok da bilinmeyen filmi mutlaka izlesinler. Bir de size hoşluk yapmak istedim. Aşağıdaki resimlerde, bu filmde gözüken ve 70li yıllar Amerikan sinemasındaki kanundışı zenci prototiplerinin örneklerini göreceksiniz.

Gişe kaygılı film

Ticari sinemaya örnek ver deseler, 2005 tarihli Flightplan'i (Uçuş Planı) gözüm kapalı verirdim. Her Hitchcock hayranın aklına tabi ki The Lady Vanishes'ı (Bir Kadın Kayboldu, 1938) getiren bu film o kadar da kötü değil aslında. Tam Hıncal Uluç'un "Vallahi ben izlerken keyif aldım" diyeceği cinsten bir film.

"Sonbahar" (2008)

Türk sinemasında güzel şeyler oluyor! Yetenekli yönetmenler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Hali hazırda NBC, ZD ve RE vardı (kim bunlar?). Geçen sene bunlara Semih Kaplanoğlu da eklendi. Artık filmlerini takip edeceğim bir yönetmen daha var: Özcan Alper.
Haftasonu Ankara'ya gitmiştim. Uzun zamandır hakkında olumlu eleştiriler okuduğum Sonbahar filmi vizyona yeni girmişti ve minimalist bir filmin Bolu'da hiç şansı yoktu. Fırsat bu fırsat deyip gittim Etlik, Anteres sinemalarına. Film gösterime gireli bir kaç gün olmasına rağmen 10-12 kişi vardı. İkisi zaten ara verilmeden kalkıp gittiler. Sanırım onlar Michael Bay'in filmlerini sevenlerdendi. Çok değil bir hafta önce filmin çekildiği mekan olan Karadeniz bölgesinde gezmiş olmamdan mıdır veya Karadeniz bölgesinde dört yıl yaşamış (Sinop) olmamdan mıdır bilmiyorum filmle daha ilk dakikadan itibaren bir gönül bağı kurdum. Çok iyi bildiğim, Karadeniz bölgesinin insana hissettirdiği hapsedilmişlik ve bununla beraber aşık olma duygusunu film çok iyi veriyordu. Böyle başarılı dramlar az bulunuyor. Son dönemdeki meşhur deyimle midenize sıkı bir yumruk yemiş gibi hissedeceksiniz. Fragmanı izleyince bile o duyguyu hissedeceksiniz. Bazı eksikleri de mevcut filmin. Annenin Lazca (düzeltme: Hemşince. Teşekkürler adsız) konuşup söylediklerinin Türkçe altyazıyla aktarılmasını çok olumlu buluyorum ama Artvin'in o dağ köyünde doğup büyüyen Yusuf karakterinin bu kadar düzgün İstanbul Türkçesi konuşması imkansız gibi geliyor bana. Bunlar önemli detaylar benim için. Bir de kamera çok sallanıyordu fakat bu sinemadaki makinenin kusuru da olabilir. Sonuç olarak Sonbahar etkisinden uzunca bir süre kurtulamayacağım bir film. Ve Gürcü oyuncu Megi Kobaladze...Nasıl bu kadar...olabiliyorsun? (kelime bulamadım).

18 Aralık 2008

I'm just..I'm just..Jeeeesus!

40 yıl = 40 film..Woody Allen Hollywood koşulları içerisinde en az Osman F. Seden kadar üretken bana göre. Sadık hayranıyım ama kendisi New York sularını terk ettiğinden beri aramız açık. O'nun nevrotik, panikatak New Yorklu tiplemesini çok özledim. Umarım şu Avrupa'dan döner de tekrar kararsız kalır, bunalıma girer, aşık olur, vazgeçer, terkedilir, şaşırır, başarısız olur, yüceltilir, üstüne döker, övülür, bir çuval inciri berbat eder, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olur, yazamaz ve yönetemez.

16 Aralık 2008

Hareketli

Uzun zamandır halk müziği korolarında görev yaptığım için halkın ne tarz parçalardan hoşlanacağını iyi bilirim. Halk tarafından beğenilen bir konser yapmak istiyorsanız hareketliye ağırlık vermeniz gerekiyor. Aynı durum acaba sinema için de mi geçerli? Otogarlar ve SMS başlıklı yazıyı yazarken aklıma geldi. Çok sık otobüs yolculuğu yaptığım için bu yolculuklar esnasında Luc Besson'un Taxi ve Jason Statham'ın Transporter serisi ürünleri filmlerin sürekli gösterildiğini görüyorum. Üç Maymun'u (2008) sinemada yedi sekiz kişiyle izleyen birisi için bu durum şaşırtıcı değil. Ben şahsen kendim bizzat bu filmleri izlemedim ama anlaşılan halk, müzikte olduğu gibi sinemada da hareketliyi seviyor.

15 Aralık 2008

Hayallerim Aşkım ve Sen


Mercedes Smart ForTwo.

Otogarlar ve SMS


Son bir ay içinde 14 kez şehirlerarası otobüs yolculuğu yapmış olmamdan dolayı, otogarların etkili bir dram çekmek için filmlerde bulunmalarının çok yerinde olacağı düşüncesine yeni sahip olmuş değilim. Bu düşünce eskiden beri bende vardı. Otogarların ne kadar garip bir hüznü var değil mi? Çünkü her “gitmek” geride bir şeyler bırakmaktır. İyi yada kötü…Olmayınca olmuyordur ve siz “gitmek”, geride bir şeyler bırakmak zorunda kalmışsınızdır. Hiç de sürpriz olmayan bir şekilde Zeki Demirkubuz ve Fatih Akın bu ince ayrıntıyı görmüşler ve bazı filmlerinde kullanmışlar. Aynı garip duyguyu ben smslerde de hissediyorum. Etkili bir dram çekmek konusunda smsler de çok işlevsel olabilirler. Çünkü smslerde insan birisinin yüzüne karşı veya telefonda çok kolay söyleyemeyeceği şeyleri ifade edebiliyor. Bu da hüzne hüzün katabiliyor. Otogarda yeni bir “gitmek” olayını gerçekleştirmeye hazırlanan kahramanımıza duygusal içerikli (şiirsel değil) bir sms gelir…Sırf bu cümleden bile bir senaryo üretilebilir. Hiç başıma gelmedi.


11 Aralık 2008

"Suspiria" (1977)

Samsun, Terme'deki Ulusoy tesislerinden dvdsini görünce hemen almıştım. Tarif etmesi güç bir atmosferi var Suspiria'nın. Cinayet sahneleri her Argento filminde olduğu gibi on numara. Bu filmdeki müziğin ne kadar korkunç olduğunu anlatmaya kelime bulamıyorum. Goblins grubuna ait olan müzik, büyük varillere davul tokmaklarıyla vurularak elde edilmiş. Bu yazıyı okuduğunuz günden sonraki ilk cumartesi gecesi ışıkları söndürüp izlemenizi tavsiye ediyorum.

Zeki Müren: Bizs ayrılamayızs, bizss ayrılamayısss!


08 Aralık 2008

33 yaşında, erkek, Kafkasyalı

"Beyaz ırka mensup" anlamına gelen "Caucasian" kelimesi, filmlerin Türkçe dublajlarında en sık yapılan ve en absürd hatalardan birisidir. Sabah polis memuru olay mahaline gelir, maktülü görür, alır telsiz eline ve "33 yaşında, erkek, Kafkasyalı, roger".

03 Aralık 2008

10 dakika ara

Sevgili halkım yine sizler için 4 günlük bir Portekiz seyahatine çıkmak zorunda kalacağım. Gelince kaldığım yerden devam etmeyi umuyorum.

02 Aralık 2008

"Scrapbook" (2000)

Zeki Demirkubuz Vietnamcada bir müzikal çekse Eric Stanze'nin Scrapbook'undan (2000) daha başarılı olurdu. Amaç kendisinden nefret ettirerek kült film olmaksa onu da başaramıyor Scrapbook.

01 Aralık 2008

"Zavallı" (1990)

İlyas Salman'ın video piyasası için çektiği Zavallı adlı film en çok aradığım filmlerden biri. Bir iki kere televizyonda izlediğim bu filmi arşivime katmak istiyorum. Lakin hiçbir yerde yok, afişi de yok. Cengiz Sezici, Osman Cavcı gibi enteresan oyuncularla acı bir mizaha ve tarifi zor bir kasvetli atmosfere sahip. Benim için kült bir filmdir. (Diğer çok merak edilen film için bkz. Taçsız Kral, 1965, Atıf Yılmaz.)

30 Kasım 2008

"Scarecrow" (1973)

Al Pacino'nun iki Godfather arasında Serpico ve Scarecrow (Korkuluk) adlı iki filmi var. Serpico'yu çok sevdiğimi söyleyemem ama Scarecrow beni derinden etkiledi. Nasıl bir film izlemek istersin diye sorsalar; 70lerde geçsin, yol ve "couple" filmi olsun, içinde Gene Hackman ve Al Pacino olsun, Gene Hackman arıza bir karakteri canlandırsın ve içinde Volkswagen Bus olsun derdim. Sinemanın yönetmen sanatı olduğunu düşünürüm ama Scarecrow'un ilk yarısı Hackman'ın, ikinci yarısı da Pacino'nun. Nedense bu yazıda Scarecrow'un ne kadar muhteşem bir film olduğunu tam olarak anlatamadım gibi bir his var üzerimde. Kısaca şöyle diyeyim o zaman, One Flew Over the Cuckoo's Nest (Guguk Kuşu) ve Paris, Texas karışımı bir film. Yine olmadı!

New York'ta geçen filmler

Henüz gitmek kısmet olmasa da New York şehrini çok severim ve sinema için çok iyi bir fon oluşturduğunu düşünürüm. Sadece ben değil birçok yönetmen de aynı şeyi düşünüyor ki New York şehrinde her yıl bir dolu film çekiliyor. Woody Allen ve Martin Scoresese için bir fetiş olan New York'u adında barından birçok film de mevcut. İşte benim listem:

1- Taxi Driver (Taksi Şoförü), Martin Scorsese, 1976.
2- Annie Hall, Woody Allen, 1977.
3- King Kong, Merian C. Cooper, Ernest B. Schoedsac, 1933.
4- Midnight Cowboy (Geceyarısı Kovboyu), John Schlesinger, 1969.
5- When Harry Met Sally… (Harry Sally'yle Tanışınca), Rob Reiner, 1989.

6- Marathon Man (Maratoncu), John Schlesinger, 1976.
7- Mean Streets (Arka Sokaklar), Martin Scorsese, 1973.
8- Spider Man 2 (Örümcek Adam 2), Sam Raimi, 2004.
9- 25th Hour (25. Saat), Spike Lee, 2002.
10- American Gangster (Amerikan Gangster), Ridley Scott, 2007.


27 Kasım 2008

Küçük Dev Adam

Sinemada kadın kılığına giren çok erkek görüldü fakat hiçbiri Dustin Hoffman'ın Tootsie (1982) filmindeki kadar inandırıcı olmadı galiba.

"The Fury" (1978)

Bir tanıdığıma Brian De Palma'nın Sisters'tan (Kızkardeşler, 1973) Body Double'a (Sahte Vücutlar, 1984) kadar olan bütün filmlerine varım demiştim. The Fury'yi (Öfke, 1978) izlerken sözümü geri aldım diyecekken filmin son yarım saati başladı ve sözümü geri almaktan vazgeçtim.

24 Kasım 2008

Temmuz'da

Bir arkadaşımla sohbet ederken düğün ne zaman diye sordum, O da Temmuz'da dedi. O anda Fatih Akın'ın 2000 tarihli filmi Im Juli (Temmuz'da) geldi aklıma. Ne kadar "güzel" bir filmdir Temmuz'da. Adının önüne yakışan en güzel sıfat güzel. The Texas Cahinsaw Massacre (Tekas Katliamı, 1974)için mesela "dehşet" sıfatını kullanabiliriz, The Cook, The Theif, His Wife & Her Lover (Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı, 1989) için "manyak" sıfatını kullanabiliriz, Lost Highway (Kayıp Otoban, 1997) için "rahatsız" sıfatını kullanabiliriz, Temmuz'da içinse "güzelden" başka bir sıfat aklıma gelmiyor. Her Fatih Akın filminde olduğu gibi -Solino (2002) hariç- bu filmde de birisi Almanya'dan İstanbul'a gidiyor. Yol boyunca aşkı arıyor ve buluyor mu bulamıyor mu izleyince göreceksiniz. Sinemayı sevip de bu filmden sıkılacak birisini düşünemiyorum.

Plane made out of fart, say hello to that beloved!


22 Kasım 2008

Bay Okan'dan "Otobüs"

1976 tarihli Otobüs filmini 93-94 yıllarında HBB kanalından izlemiştim (Midnight Express'i de o kanaldan izlemiştim). Tabi o yaşta ne kadar güçlü bir sinematografisi olduğunu anlamamış fakat yine de farklı bir film olduğunu kavramıştım. Daha sonra 2001-2002 yıllarda bir kere de vcdde izledim. O zaman ne kadar iyi bir film olduğunu anlayabilecek olgunluğa sahiptim. Bir kere daha izlemek istiyordum. Dün yatılı okulda belletmenlik görevimi ifa ederken bulduğum boş bir vakitte bir kez daha izledim. İzlediğim en iyi filmlerden biri. Türk işçilerin sanki başka bir gezegene gittikleri duygusunu çok iyi veriyor. Bazı sahnelerde amatörlük izleri var ama bunu da filmin çekildiği dönemde ekibin yaşadığı maddi manevi zorluklara verelim. Unutulmaz bir film!

18 Kasım 2008

"Thirst" ve "Switch Killer"

Türkiye'de Tahtakale, Japon Pazarı vb. adlarla açılan "Ne Alırsan 1 YTL" tarzı satış yerlerinin benzerleri İngiltere'de de var ve oralarda da "Ne Alırsan 1 Pound". Bunlardan birinde Hardgore rafı gördüm ve başlıkta adları verilen iki filmi aldım. Bu iki filmi izlemek beni heyecanlandırıyordu çünkü nice zamandır adam akıllı bir korku filmi seyretmemiştim. Bakalım neler olmuş?
Birinci filmin (Thirst) yönetmeni Rod Hardy(?). Filmin yapım yılı 1979, o yıllar için kanın oluk oluk aktığı bir film çok ekstrem bir durum. Gerçi İtalya'dan birisi bunu yapmış ama bu film bende tam bir hayal kırıklığı oldu. Ne doğru dürüst bir gore var ne de gerim gerim geren bir atmosfer. İkinci film (Switch Killer) ise beni daha fazla tatmin etti. Mack Hail (?) adlı bir yönetmenin video piyasası için çektiği 2005 tarihli bu filmi, gömülü hazine B filmi bulmakta zorlananlara tavsiye ederim. Ve evet, kan oluk oluk akıyor, ahlaksızlar ölüyor. Yazının bundan sonraki bölümü Brian De Palma'nın "Dressed to Kill" (Öldürmeye Hazır, 1980) filmi için "spoiler" içerir. "Dressed to Kill"deki travesti seri katilin adı Bobbi'ydi. Tesadüfe bakın ki bu filmde de travesti bir seri katil var ve adı Bobby. Belki de gerçekten tesadüftür.

17 Kasım 2008

Vecihi


Müzikleri ile öne çıkan filmler

Her ne kadar Zeki Demirkubuz filmlerde müzik kullanmanın seyirciyi kandırmak olduğunu düşünse de bazı filmleri müziksiz düşünmek imkansız. Burada kastettiğim "theme score" denilen tema müzikleri. Bir çok film çok iyi soundtrack albüme sahip ama bu onların çok iyi tema müziğine sahip olduğu anlamına gelmiyor. İşte liste.

1- The Good, the Bad and the Ugly (İyi, Kötü, Çirkin), 1966, Sergio Leone.
2- Psycho (Sapık), 1960, Alfred Hitchcock.
3- Once Upon a Time in America (Bir Zamanlar Amerika), 1984, Sergio Leone.
4- Assault on Precinct 13 (Onçüncü Karakola Saldırı), 1976, John Carpenter.
5- The Exorcist (Şeytan), 1973, William Friedkin.
6- Suspiria, 1977, Dario Argento.
7- The Godfather (Baba), 1972, Francis Ford Coppola.
8- Le Fabuleux destin d'Amelie Poulain (Amelie), 2001, Jean-Pierre Jeunet.
9- Beverly Hills Cop (Sosyete Polisi), 1984, Martin Brest.
10- Canım Kardeşim, 1973, Ertem Eğilmez.

Not: Profondo Rosso için daha önceden bir yazı yazmıştım. O yüzden O'nu listeye dahil etmedim.

14 Kasım 2008

Flörtöz Leatherface!

Endüstriyel sinemanın olmazsa olmazlarından biri de devam filmleridir. "Die Hard", "Lethal Weapon", "Star Wars", "Bourne" gibi belli bir çizgiyi tutturanların yanında "Terminator", "Spiderman" gibi birinci filmden daha iyi devam filmlerine de rastlanır, fakat genelde kural değişmez ve devam filmleri birinci filmden kötüdür. Bazı filmlerinse ne devam filmleri ne yeniden çevrimi çekilmemelidir. Prequel denilen öncesi olayların anlatıldığı filmler de çekilmemelidir. Kanımca Tobe Hooper'ın 1974 tarihli "The Texas Chainsaw Massacre" (Texas Katliamı) filmi bu kategoriye giriyor. Fakat film çekildikten 12 sene sonra yine Tobe Hooper "The Texas Chainnsaw Massacre 2" adlı bir devam filmi çekmiştir. Bu filmde unutulmaz karakter Leatherface flörtöz biri olarak görülüyor. Bu eşyanın tabiatına aykırı bir şeydir. Videoyu izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bu filmin senaryo yazarlarıyla oturup bu konuyu konuşmak isterdim.

11 Kasım 2008

Baran Doğan's Rear Window

"Alfred Hitchcock's Rear Window" (1954) bence gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biridir belki de birincisidir. Bir gün Cine5'te Alfred Hitchcock'tan "Arka Pencere" diye bir reklam gördüm. http://www.imdb.com/ sitesinde En İyi 250 Film listesinde sanki öyle bir şey hatırlıyordum. Baktığımda 14. sırada "Rear Window" diye bir film gördüm ve izlemeye karar verdim. İlk başlarda sıradan, sıkıcı bir film gibi ilerliyordu fakat sonra film içine öyle bir aldı ki beni çıkmak mümkün değil. Çıkmak da istemiyorsunuz zaten. Tek kelimeyle kusursuz bir filmdir "Rear Window". Ben de "Rear Window"a saygı duruşunda bulunmak için öğrencilerimle bir "kitsch" versiyon çektim. Asıl filmi izlemeyenler için pek bir şey ifade etmeyebilir, izleyenler için de etmeyebilir tabi ki..Ama ben ve öğrencilerim çok eğlendik. İyi seyirler.


09 Kasım 2008

"Taxi Driver"daki Dönerci

Martin Scorsese'nin şovalye ruhlu filmi "Taxi Driver" (1976) hakında söylenmemiş bir şey var mıdır merak ediyorum. Ben yeni bir şeyler söyleyecek iddiasında değilim, ancak sizler için bilmem kaçıncı kez filmi izlerken çok ilginç bir ayrıntı yakaladım. Travis'e göre hava kararınca en aşağılık insanların (lowest kind of men) cirit attığı New York sokaklarında anlı şanlı bir dönerci var. Aşağıdaki videoyu dördüncü saniyede durdurunca görebilirsiniz. Dönerciler Federasyonu hakkımda dava açmazsa iyidir!

02 Kasım 2008

"Üç Maymun" (2008)

Yalnız ve güzel ülkenin insanlarını anlatan filmi nihayet izleyebildim. Slayt şov gibi fotoğraflar izlemekten sıkılanlara duyurulur ki bu filmde Nuri Bilge Ceylan diyaloglar ve hikayeyle de bir şeyler anlatmaya çalışmış. Hatta bu filmde NBC biraz Zeki Demirkubuz'laşmış desem abartılı olmaz. Yine ayrıntıları çok iyi yakalamış NBC. Titreşimle beraber çalan arabesk telefon melodileri, kolları kıvrılan uzun kollu gömlekler, aşırı demli kahvehane çayları, 5 milyara satılan şahinler, seviyesiz aşklarda fazlaca bulunan gizli numara aramaları, düğünlerde halay çeken tesettürlü kadınlar...Bütün bunlar iyi bir yönetmenin bulup filmine yedireceği ayrıntılar. Elbette filmde bazı eksiklikler yok değil. Bu eksiklikler, NBCnin senaryo üzerinde ilk defa bu kadar fazla durmasından kaynaklanıyor. Fakat bu eksiklikler "Üç Maymun"un çok iyi bir film olduğu ve NBCnin Cannes'da verilen en iyi yönetmen ödülünü sonuna kadar haketmiş olduğu gerçeğini değiştirecek kadar önemli değiller.

01 Kasım 2008

Brian De Palma

Kendisi de sakallı olmasına rağmen, modern Amerikan sinemasının temellerini attığı düşünülen üç sakallı (Francis Ford Coppola, Martin Scorsese, George Lucas) arasında gösterilmedi. Dehasına dudak bükenler her zaman oldu, fakat bugün Hitchcockvari diye bir tür varsa bunu Brian De Palma'ya borçluyuz. Büyük ustaya olan saygısını hiçbir zaman gizlemedi ve filmlerinde büyük ustanın filmlerine açık göndermeler yapmaktan kaçınmadı. Split screen denen, ekranı ikiye bölüp bir olayı iki farklı kamera ile anlatma tekniğiyle filmlerindeki Hitchcock etkisini daha da arttırdı. Gün geldi birileri de filmlerinde O'nun filmlerine saygı duruşunda bulundu (Kill Bill vol:2, Quentin Tarantino). 70ler, 80ler ve 90lardaki süper formunu günümüzde koruyamasa da, Brian De Palma epeyce geniş bir hayran kitlesine sahiptir ve yaşayan en iyi yönetmenlerden biridir. Dileriz kamerasını tekrar psikopatların dünyasına veya mafya sularına çevirir ve bizlere fırından sıcak sıcak başyapıtlar sunar.
En iyi 5 filmi:
Dressed to Kill-Öldürmeye Hazır, 1980
Blow Out-Patlama, 1981
Scarface-Yaralı Yüz, 1983
Carlito's Way-Carlito'nun Yolu, 1993
Carrie- Carrie'nin Öfkesi, 1976

28 Ekim 2008

İngiltere izlenimleri ve "Burn After Reading" (2008)

Sevgili halkım tekrar merhaba. İngiltere'den geldiğimde blogger.com sitesinin kapandığını öğrenince oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi hissettim kendimi. Umarım bir daha böyle kötü şeyler olmaz ve bizler de ayrı kalmayız. İngiltere'de sizler için gözlemler yaptım. Stamford Bridge ve Emirates Stadium'larda sizler için turlar attım. Londra, tıpkı İstanbul gibi yaşayan bir şehir. Sinema konusunda konuşacak pek kimseye rastlamadım. Bir iki kişiyle ayak üstü sohbet ettim. Batılıların Türkiye'ye bakış açısının ne kadar eksik olduğunu fark ettim. Türkiye'de yaşayan birinin Bergman'dan "Persona"yı (1966) veya Almodovar'dan "Hable Con Ella"yı (2002) izlemiş olması bazılarını şaşırttı. Ve sizler için Coen Kardeşlerin son filmi "Burn After Reading"i izledim. Ülkemizde "Aramızda Casus Var" adıyla oynatılan bu film, Coen Kardeşlerin nispeten çok iyi olmayan filmleri arasında yer alıyor bence. "The Ladykillers" kıvamında bir film. Oysa geçen seneki "No Country for Old Men"den sonra, Coen Kardeşlerin bir aralar yaptığı gibi yeniden arka arkaya şaheserler vereceğini sanmıştım. Örnek mi? "Fargo" 1996, "The Big Lebowski" 1998, "O Brother Where Are Thou?" 2000 gibi. Anlaşılan beklemeye devam etmekten başka bir çare yok..

09 Ekim 2008

Haftaym


Sevgili halkım yaklaşık iki haftalığına İngiltere'ye bir seyahat yapmak zorunda kalacağım. Orada vakit bulabilir miyim, uygun internet olanakları bulabilir miyim bilmiyorum. O yüzden iki haftalığına sizleri yorumlarımdan mahrum bırakmak zorunda kalabilirim. Şimdiden özür dilerim. Geldiğimde kaldığım yerden devam etmeye çalışacağım. Görüşmek üzere. Schoolgirllerin birbirlerine sms attıklarında yazdıkları gibi, Byeeeeeeee!

08 Ekim 2008

20 adet izle-rahatsız-ol-midene-kramp-girsin filmi


Bu listeyi oluştururken de amacım on film seçmekti ve fazla film çıkmayacağını düşünüyordum ama yine çok fazla film çıktı ve yine kıyamadım.

1- The Texas Chainsaw Massacre (Tekas Katliamı), Tobe Hooper, 1974.
2- The Shining (Cinnet), Stanley Kubrick, 1980.
3- Rosemary's Baby (Rosemary'nin Bebeği), Roman Polanski, 1968.
4- Requiem for a Dream (Bir Düş için Ağıt), Darren Aronofsky, 2000.
5- Mystic River (Gizemli Nehir), Clint Eastwood, 2003.
6- Lost Highway (Kayıp Otoban), David Lynch, 1997.
7- Mulholland Dr. (Mulholland Çıkmazı), David Lynch, 2001.
8- U-Turn (Kaybedenler), Oliver Stone, 1997.
9- Le Pianiste (Piyano Öğretmeni), Michale Haneke, 2001.
10- Underground (Yeraltı), Emir Kusturica, 1995.
11- Freaks (Hilkat Garibeleri), Tod Browning, 1932.
12- Funny Games (Ölümcül Oyunlar), Michael Haneke, 1997.
13- Le Locatiare (Kiracı), Roman Polanski, 1976.
14- The Passion of the Christ (Tutku: Hz. İsa'nın Çilesi), Mel Gibson, 2004.
15- Dancer in the Dark (Karanlıkta Dans), Lars von Trier, 2000.
16- Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi), Alan Parker, 1978.
17- İtiraf, Zeki Demirkubuz, 2001.
18- One Missed Call (Cevapsız Arama), Takashi Miike, 2003.
19- Meleğin Düşüşü Semih Kaplanoğlu, 2005.
20- Suspiria Dario Argento, 1977.

Görüldüğü gibi bu listeyi de korku filmleri domine ediyor. İlginçtir 1997 yapımı üç film var listede, demek ki 1997 yılı korkunç bir yılmış! Üniversiteye başladığım yıl olduğunu düşününce katılmamak elde değil benim açımdan.

07 Ekim 2008

20 adet izle-kendini-iyi-hisset filmi


Aslında listeyi on filmlik yapacaktım ama inanın kıyamadım.

1- Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan), Michel Gondry,2004.
2- The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli), Frank Darabont, 1994.
3- The General, (General) Clyde Bruckman, Buster Keaton, 1922.
4- Le Fabuleux destin d'Amélie Poulain (Amelie), Jean-Pierre Jeunet, 2001.
5- Nouvo cinema Paradiso (Cennet Sineması), Giuseppe Tornatore, 1989.
6- Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü), Harold Ramis, 1993.
7- The Apartment (Garsoniyer), Billy Wilder, 1960.
8- Big Fish (Büyük Balık), Tim Burton, 2003.
9- Im Juli (Temmuzda), Fatih Akın, 2000.
10- Notting Hill (Aşk Engel Tanımaz), Roger Michell, 1999.
11- Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım), Jonathan Dayton, Valerie Faris, 2006.
12- 8 1/2 (Sekiz Buçuk), Federico Fellini, 1963.
13- Singin' in the Rain (Yağmur Altında), Stanley Donen, Gene Kelly, 1952.
14- When Harry Met Sally… (Harry Sally'le Tanışınca), Rob Reiner, 1989.
15- Being John Malkovich (John Malkovich Olmak), Spike Jonze, 1999.
16- 3-Iron (Boş Ev), ki-duk Kim, 2004.
17- Bend It Like Beckham (Hayatımın Çalımı Beckham), Gurinder Chadha, 2002.
18- 40 Year Old Virgin (40 Yıllık Bekar), Judd Apatow, 2005.
19- Hollywood Ending (Hollywoodvari Bir Son), Woody Allen, 2002.
20- My Big Fat Greek Wedding (Kalbinin Sesini Dinle), Joel Zwick, 2002.

Görüldüğü gibi romantik komediler listeyi domine ediyor. Zaten romantik komedilerde amaç; seyircinin izleyip kendisini iyi hissetmesini, çiçeği böceği sevmesini, yağmur altında bekleyen kedi yavrusu üzerine şemsiye koymasını sağlamaktır. Mutlaka listeye itirazlar olacaktır. Woody Allen'ın "Annie Hall"u varken nerden çıktı "Hollywood Ending" diyenler olabilir mesela. Ama bu listenin kişisel ve biraz da alternatif bir öneri girişimi olduğunu unutmayınız.
Not: Bu yazı için resim aranırken googlea "sevgi, dostluk, kardeşlik, çiçek böcek" gibi kelimeler yazılmıştır.

06 Ekim 2008

Maldonado KPSS'ye girerse!

Tam adı: Claudio Andrés del Tránsito Maldonado Rivera. KPSS'ye (halkın deyimiyle KPS'ye) girerse eğer, isim yazmadaki teknik sorunlar nasıl çözülecek? Yetkililerden cevap bekliyorum. Bu arada, ismi gibi, Fenerbahçe'den transit geçip giden, iz bırakmayan futbolculardan biri olacak. e.g Andreas Wagenhaus, Vladimir Bestchastnykh..

Evet, bendim!

Ünlü şovmen Yılmaz Vural, 1985 tarihli "Gurbetçi Şaban" filmiyle şov dünyasına adım attığını kabul etti. Evet, bendim!

05 Ekim 2008

"Little Miss Sunshine" (2006)





Benim gibi "Little Miss Sunshine" filmini çok seven bir tanıdığıma resimde görülen oyuncağı hediye etmek için Ankara'daki hemen hemen bütün oyuncakçıları dolaştım ve bir tane buldum. Bence çok güzel bir hediye oldu. Bu arada filmi ne kadar sevdiğim aklıma geldi. 2006'nın en iyi filmlerinden, sevimli bir bağımsız "Little Miss Sunshine". Bundan sonra çıkan her sevimli bağımsız onunla karşılarştırılacaktır. Bu kaybedenler klübü şeklindeki filmler neden bu kadar tutuyor?..

04 Ekim 2008

"Subway" (1985)

Şimdilerin "esnaf" yönetmeni Luc Besson'ın 1985 tarihli filmi "Subway" mekan kullanımı ile dikkat çekici bir yapım. Paris metrosunu neredeyse filmin karakterlerinden biri yapmayı başarmış. Kült mertebesine ulaşmış bu filmin her kült filmde olduğu gibi, eğer sıkı bir hayranı değilseniz, fazla bir numarası yok. Ama kötü de değil. Bir de şunu anladım ki yapılmış en iyi filmlerden biri olan "Leon"un yönetmeni Luc Besson, bundan daha iyi bir film yapmadı ve yapacağına ilişkin de pek bir umut yok. Dediğim gibi O artık işin esnafı oldu.

02 Ekim 2008

Mefkufsunuz

İstanbul'da geçen filmlere karşı ilgim vardır. Jules Dassin'in 1964 tarihli "Topkapi" adlı filmi de adından da anlaşılacağı üzere Çorum'da geçen bir film değil. Eğlenceli bir soygun filmi "Topkapi". Her zamanki gibi eski İstanbul görüntüleri ilgiyle izleniyor. Öyle Türkiye'yi kötülediği falan da yok diğer bazı filmlerin yaptığı gibi. Halen var mı bilmiyorum ama üç dört sene önce sineklasik adlı bir kanalda sürekli oynatılıyordu. Yoksa torrenttan indiriniz olmadı emuleda bir ayda iner. İyi seyirler.


"Profondo Rosso" (1975)

Bir yerde okumuştum. Brian De Palma'nın "Obsessison" filmi için Hitchcock'un çekmediği en iyi Hitchcock filmi yorumu yapılıyordu. Bence bu sıfatı en çok hakeden film Dario Argento'nun "Profondo Rosso" (Deep Red) adlı filmidir. Biliyorsunuz Hitchcock aşırı "gore" sahneler çekmekten kaçınmıştır, hatta bu yüzden "Psycho"yu bile siyah beyaz çekmiştir. Bu filmde ise hem goreun babası var hem de merak duygusuyla beslenen gerilim had safhada. Kendini bir belanın ortasında bulan adam gibi favori Hitchcock teması da mevcut filmde. Son olarak ise, bu film bence tema müziği en iyi olan filmlerden biri. Fragmanda pek yok, yalnızca ikinci dakikadan sonra biraz duyuluyor ama filme çok şey katan, en az bir "Psycho", "The Good, The Bad & The Ugly" veya "The Godfather" film müziklerinin filme kattığı kadar katan bir tema müziği. "Profondo Rosso", Dario Argento, 1975...

30 Eylül 2008

Komançero



Amacım kimse ile dalga geçmek değil ama bu beyefendinin medeni cesaretine hayran kalmamak elde değil. 8oler Türk sinemasının (bkz.üstteki resim) favori disko parçalarından olan "Komançero" eşliğinde beyefendi brekdans yapıyor. Kazağı pantolonun içine sokmasıyla, şalvar model kot pantolonuyla ve beyaz spor ayakkabılarıyla o dönemin modasını çok iyi yansıtıyor. Eski Galatasaraylı futbolcu Sarı İsmail'e olan benzerliği de dikkat çekici. Bazı seyircilerdeki vurdumduymazlığı anlamak da zorluk çekiyorum, çünkü o gün orada olanlar bir tarihe tanıklık ettiler. Bu arada videonun 01:25inci dakikasında başlayan kareografi favori bölümüm. Her ne kadar youtubedaki en iyi videolardan birisi olan "crazy dance in kayseri : )" videosu kadar ilgi görmese de ülkemiz insanın dans konusunda ne kadar yaratıcı olduğunu kanıtlayan bir video bence. Ayaklarına sağlık İsmail Abi..

Demirkubuz vs. Haneke veya Demirkubuz & Haneke

Sadece tarzları değil tipleri de benziyor. Türkiye'nin Michael Hanekesi Zeki Demirkubuz veya Avusturya'nın Zeki Demirkubuzu Michael Haneke...Çağımızın sorunu olan iletişimsizlik her iki yönetmenin de favori teması. Haneke'nin filmlerinde hep Anna ve Georg isimlerini kullanması gibi, keşke Zeki de hep Uğur ve Bekir isimlerini kullansaydı, her ne kadar "Masumiyet" ikinci filmi olsa da.