Şu dünyada aşk kadar kafa karıştırıcı az şey vardır. Geçmişte ben de yaptım ama insanın bir başka kişiye sınırsız kredi vermesini doğru bulmuyorum. Bu kişi anne, baba, eş, çocuk, sevgili olsa dahi bu tutum kişiyi kaçınılmaz olarak tutarsız davranışlara itiyor ve mutsuzluk geliyor kişiye yapışıyor. Aşkın rüya gibi olan bölümüne takılmış kalmış filmler beni sıkıyor. Aşk sancılı bir süreçtir ve de cinsellik çok sorunlu bir sahadır. Bunu yansıtan filmler de ilgimi çekiyor. Derek Cianfrance’ın “Blue Valentine/Aşk ve Küller” üzerinde düşünülmeye değer bir film. Elbette ki bir çiftimiz var. Bir doktor ile bir kargo taşıyıcısı. İnsanları aşka yönlendiren şey aslında cinsel çekimdir. Bir doktor ve kargocunun cinsel çekim yaşamaları çok normal. Ama evlenip de toplumun onlara yüklediği kimliklerle hareket etmeleri gerektiğinde bu maalesef mümkün olmuyor. Aşk mı yaşayacaksın başkalarını inandırmaya mı çalışacaksın? Ne kadar çetrefil bir durum. “Blue Valentine”de de olanlar bu. Geriye dönüşler sayesinde hem aşkın rüya gibi olan kısmını hem de Tazmanya canavarı gibi olan kısmını gösteriyor yönetmen. Bazı sahnelerde bunların en uç olanlarını iç içe göstererek etkiyi arttırıyor. Mutlaka izlenmeli diye düşünüyorum. Bir iki ay önce bu klişe romantik komedilerinden biri olan “The Notebook/Not Defteri”nde izlediğim Ryan Gosling’i bu sefer sahici bir aşk filminde görmek ilginç oldu benim için. Bu adamın kaderi testis oğlan olmakmış herhalde. Bu arada filme yönelttiğim övgüleri maalesef fragmanı için tekrarlayamayacağım. Çünkü fragmanda vurgu rüya gibi olan bölümlerde. Fragmanı izleyen bir çift patlamış mısırlarını alıp birbirlerine sarılarak filmi izlemeye başlayabilirler çok kolayca. Sonra olacaklardan ben sorumlu değilim. Adamların yaptığı tam bir pazarlama hilesi. Film fragmanda gösterilenden çok daha fazlası. Bak sinirlendim şimdi.
Fragman yerine şu diyalogu izlemek filmle ilgili daha gerçekçi bir fikir sunacaktır: