28 Haziran 2010

Jim Jarmusch filmleri 3

Aslında bahsetmediğim bir filmi kaldı. "Broken Flowers/Kırık Çiçekler". Bir kaç vakte kadar izleyeceğim "The Limits of Control/Kontrol Limitleri"ni yeni bir film izlemiş gibi değerlendireceğim. Böylelikle Jarmusch filmografisini tamamlamış olacağım. Aslında "Coffees and Cigarettes" adlı bir uzun metrajı daha var izlemediğim. Bu filmin aynı adla çekilmiş bir çok kısa film versiyonu da mevcut olduğu için hepsini toparlayıp izlemek istiyorum. 2005 tarihli bu filmi, Jarmusch'un 80lerden sonra çektiği ilk harika film olarak değerlendiriyorum ben. Yine umursamaz, larç bir Jarmusch karakteri sevgilisinden tekmeyi yer, bu arada evine esrarcengiz bir mektup gelir. Mektup eski yamuk yaptığı bir sürü sevgilisinden herhangi birine aittir ve bir oğlu olduğunu ve oğlunun kendisini aramak üzere yola çıktığını yazar. Bir anda hayatın o kadar da boş olmadığını keşfeden Jarmusch karakteri eski sevgililerini bir bir ziyaret etmeye başlar. Ve film harika bir yol filmine (adventure) dönüşür. Bu tür eski tanışıklıklarla yıllar sonra bir araya gelmek insanda sarsıcı etkilere neden olur. Jarmusch karakteri ve kadınlar da bu etkilere maruz kalıyorlar. Süpper bir film. Benim adamlarımdan biri olan Bill Murray ve artık hepsi birer orta yaş üstümtırak kadın olan zamanın afet-i devranları. Sharon Stone ve Jessica Lange mesela. Bütün oyunculuklar çok iyi. Süpper bir film ve filmin jenerik müziği olan süpper bir şarkı...


The Greenhornes Ft. Holly Golightly - There Is an End - Watch more funny videos here

27 Haziran 2010

"My Beautiful Laundrette" (1985)

Stephen Frears filmi "My Beautiful Laundrette/Benim Güzel Çamaşırhanem" ismiyle beni çok umutlandıran, sonra da fazla bir şey vermeyen onlarca filmden biri oldu. Daniel-Day Lewis'in ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu "There Will Be Blood/Kan Dökülcek"dan sonra bir kez daha onayladım. Kariyerinin başlarında, eşcinsel bir derikafaya (skinhead) çok iyi hayat veriyor. "This Is England/Burası İngiltere" gibi Thatcher dönemi neofaşizmini sorguluyor "My Beautiful Laundrette". Bu sefer dönemin içinde olunmasıyla kanlı canlı bir İngiltere profili masaya yatırılıyor. Pakistanlılar, her göç eden gibi sorundan başka bir şey yaşamıyorlar. Kafkasyalı İngilizlerin onlara bakışı, onların da beyaz adama bakışı gayet net hissediliyor filmde. Benim itirazım bazı anlamsız ve yüzeysel diyaloglar içermesine ve ani geçişler barındırmasına. "This Is England"ın hatta "Bend It Like Beckham/Hayatımın Çalımı: Beckham"ın bile gerisinde buldum "My Beautiful Laundrette"yi.

Hitchcock'un son filmi

1976 yılı Hitchcock'un muhteşem sinema kariyerinin sonu oldu. Hitchcock'un kariyerinin 1954-1976 arasına denk gelen kısmı benim için nefes kesicidir. "Rear Window", "To Catch a Thief", "The Trouble with Harry", "The Man Who Knew Too Much", "The Wrong Man", "Vertigo", "North by Northwest", "Psycho", "The Birds", "Marnie", "Torn Curtain", "Topaz", "Frenzy", ve son olarak da bugün izlediğim "Family Plot" var bu dönemde. Baştan ve sondan üçüncü filmler hariç diğerleri benim için unutulmaz filmler olmuşlardır. Hitchcock bu dönemde amiyane tabirle sinemanın kitabını yazmıştır. Amerika'ya ve dünyaya armağan edilmiş muhteşem bir 20 yıl. Birçokları tarafından Hitchcock'un en silik filmlerinden kabul edilen "Family Plot/Aile Oyunu" aslında hiç de öyle silik, zayıf halka bir film değil bana göre. Artık inandırıcılık sorunundan muzdarip olan bazı Hitchcockvari çekimler ve mantık hataları mevcut filmde; fakat boşu boşuna "master of suspense" (şüpheli beklentinin kralı) olmayan Hitchcock yine gerim gerim germeyi veya merakla karşık tedirginlik duygusunu yaşatmayı fazlasıyla başarıyor. Komediye oldukça yakın seyreden "Family Plot" kedi-fare oynu oynayan iki çiftin hikayesi. Zengin, yaşlı bir kadını söğüşlemek için doğaüstü güçleri olduğu ayağına yatan bir kadın ve onun aktör eskisi taksi şoförü sevgilisi, fidyecilik yaparak elmas koleksiyonu yapan başka bir çiftin peşine düşer. Sebep, yaşlı kadının yıllar önce yok ettiği kız kardeşinin gayrı meşru çocuğunu bulmak istemesidir. Bu arada olaylar birbirine sarmalar ve tam bir Hitchcock filmi çıkar ortaya. Brian de Palma'nın kariyerine baktığımızda 1976 yılında "Obsession/Takıntı" ve "Carrie/Günah Tohumu" adlı iki filmi çektiğini görüyoruz. Bu iki film de oldukça Hitchcockvari filmlerdir, hatta "Obsession" "Vertigo/Ölüm Korkusu"nun yeniden çevrimi gibi bir şeydir. Ustasıyla aynı dönemde gişe için mücadele verdiğinde neler hissetti acaba? Garip bir duygu olsa gerek.

25 Haziran 2010

Sinemada türler


Sinemada türleri kestirmek artık eskisi kadar (60lı, 70li yıllar) kolay olmuyor. Tür kırması, alttür, anaakım, bağımsız, gerilim, romantik komedi, dram, aksiyon, yol, biyografi, mockumentary, shockumentary, blaxploitation, istismar, kara gibi kelimeler yeteri kadar kafa karıştırıcı. Film türlerinin İngilizcesi ve Türkçesinde de farklılıklar mevcut. Kelime anlamı macera olan adventure, film türü olarak Türkçedeki yol filmi kavramıyla karşılığını buluyor. "Little Miss Sunshine/Küçük gün Işığım" veya "Yüzüklerin Efendisi" örnekleri IMDB'de adventure filmi olarak kayıt altına alınıyor. Bir filmin adventure filmi olabilmesi için içinde bir yolculuk olması gerekiyor. Harika film "Transamerica" trajikomik bir hikaye midir yoksa bir yol filmi midir sizce? Dedim ya eskiden hatlar daha keskindi. Mesela Hitchcock filmleri, "Trouble with Harry/Harry ile Derdimiz" dışında gerilim veya korkudur. Nora Ephron filmleri romance yani romantik komedidir. Dario Argento filmleri giallo'dur(İtalyanca sarı demek, başka yazı konusu). Bir Tarantino filmine hangi tür diyeceğiz? İyi bir örnek olmadı; çünkü bunun için Tarantinesque diye bir kelime icad edildi. Bir Kusturica filmine sadece komedi filmi demek ne kadar adil? Günümüz filmlerini kategorize etmek beyhude bir çaba olarak kabul edilir çokları tarafından; ancak benim gibi arşiv yapanlar için durum vahim. Aradığım filmi kolaylıkla bulmak için bir tür kategorisine koymak zorundayım ve ben de resimde görüldüğü gibi yöntemler seçtim. Bir Türk filmi ne olursa olsun Türk filmidir mantığıyla yola çıkarak en kolay sınıflandırmayı bu filmlerde yapıyorum. Benzer bir şekilde animasyonlar da ne olurlarsa olsunlar son tahlilde animasyondurlar diye o güzelim komedi veya dramları bir kalemde sildim. Birbirlerine yakın türler var: sanat, bağımsız, yol, düşük bütçeli...Klasörden her birine örnek vermek gerekirse, sırasıyla: "Tystnaden/Sessizlik", "Wristcutters: A Love Story/Bilekkesenler. Bir Aşk Hikayesi", "Paris, Texas", "It's a Free World…/Özgür Dünya". Korku, gerilim ve karadan (noir) birbirine daha yakın ne olabilir? Bilim kurgu ve fantazi de yakın akraba. Aslında aksiyonun alttürü olabilecek western ve savaş filmlerini de yan yana iliştirdim. Hımm! Aslında dram ve mystery'i (gizem) ayırabilirmişim. Komedi, romance ve belgesel mecburen yalnız kaldılar. Türlere çok takılan bir sinemasever değilim, ancak pratik olması bakımından böyle bir yol buldum.

"Fearless" (1993)

Daha önce birçok yazımda "The Big Lebowski/Büyük Lebowski"ye olan hayranlığımı belli etmiştim. Big öyle bir filmdir ki ve ondaki karakterler öyle karakterlerdir ki hayatınızın geri kalanına damga vururlar. Gün içerisinde başınıza gelen birçok şey size filmden bir sahneyi veya bir diyaloğu hatırlatır. Jeff Bridges bu filmin başrol oyuncusu, filme de adını veren Lebowski'nin (Dude) ta kendisi. Bak şimdi ben de filmdeki adı neydi unuttum. Filmde kimse Dude'un adını bilmez, hatırlamaz, dolayısıyla şekil ikia'da olduğu gibi ben de filmi yaşıyorum kendi hayatımda. Uzun lafın kısası Jeff Bridges'ın oynadığı bir film izlemek istedim. Kendisine Dude rolü o kadar yakışmıştır ki başka bir silüette onu hayal edemiyordum. Bu sene oskar alan Brdiges için "Fearless/Korkusuz"da asıl almalıydı oskarı diye yorumlar okudum. Bu yüzden tercihim "Fearless" oldu. Kibar vücut hatları, tıraşlı bir yüz, karizmatik kıyafetlerle Bridges, mimar Max Klein rolünün hakkını unutulmayacak bir kompozisyon çizerek veriyor. Gerçekten süper ötesi bir performası var Bridges'ın ama o bohem ses tonu bana hep Dude'u anımsattı. Şimdi asshole'luk yapmaya başlayacak diye geçirdim içimden (Big'in anlatıldığı yazı böyle olur sevgili seyircilerim). Bu arada film de gümbürtüye gitmesin, çok iyiydi.


FEARLESS: Movie Trailer - Watch more top selected videos about: Movie_Trailers, Fearless, Isabella_Rossellini, Jeff_Bridges, John_Turturro, Rosie_Perez, Tom_Hulce, Peter_Weir

22 Haziran 2010

Jim Jarmusch filmleri 2


Night on Earth (Trailer) - Funny bloopers are a click away

"Night on Earth/Yeryüzünde Bir Gece"
91 tarihli bu film Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki'de (geçen hafta oradaydım) taksi şoförlerinin müşterileriyle yaşadıkları ilginç maceraları anlatıyor. Benigni'li Roma bölümü genelde en çok sevilen bölümdür ama benim favorim Winona Ryder'lı Los Angeles bölümü. Tam bir Jarmusch karakterinden beklenildiği üzere ayağına kadar gelen devlet kuşunu sallamıyor Ryder'ın oynadığı taksi şoförü. En az ilgimi çeken bölüm de Helsinki bölümü oldu, aynı bölüm gibi sıkıcı bir şehir olarak düşünüyorum Helsinki'yi. New York bölümünü de efsane oyuncu Armin Mueller-Stahl ("Shine/Parıltı"daki zalim baba) ve iki sevimli zenciyle başarılı oluyor bana göre. Bu filmi Jarmusch'un en iyi filmi olduğunu iddia edenlere rastladım ki bu kadar olur (tam bir ekşi sözlük aazı oldu).


DEAD MAN - HQ Trailer ( 1995 ) - For more funny movies, click here

"Dead Man/Ölü Adam"
90larda Jarmusch bana göre 80ler kadar iyi değil. Bu filmin de en iyi filmi olduğunu iddia edenler var ama bence kesinlikle öyle değil. Öncelikle film neden siyah-beyaz? Sen artık bağımsız filmlerin prensi olmuşsun, iyi bir hikaye anlatıcı-filozof olarak kabul görmeye başlamışsın, Japonların maddi manevi her türlü desteğini almışsın, daha neden gidip de siyah-beyaz film çekerek risk alıyorsun? Adım adım ölüme giden bir adamın tuhaf yolculuğu. Hiç tutmadım bu filmi.


GHOST DOG : The Way Of The Samurai - HQ Trailer ( 1999 ) - The funniest movie is here. Find it

"Ghost Dog: The Way of the Samurai/Hayalet Köpek: Samuray Tarzı"
Jarmusch Japonları iyi tavlamıştır. Filmlerine sponsor olurlar, o da arada sırada böyle gönüllerini alır işte. Haşa "Ghost Dog"a kötü film diyemem! Yine umursamaz, filozofvari bir Jarmusch karakteri. Bir mafya babası tesadüfi bir şekilde hayatını kurtardı diye, kendini samuray zannettiği için hayatını ona adayan zenci bir kiralık katil. Ne kadar ilginç bir karakter değil mi? Bir de bunun İngilizce bilmeyen İspanyol bir sırdaşı(!) var ki anca bir Jarmusch filminde dilini bilmediğiniz bir insanla sırdaş olabilirsiniz. Kaçırmayınız derim.

19 Haziran 2010

Gereksiz ama ilginç bir film

İçinde bir çok ilk barındırıyor "Moral Bozukluğu ve 31". Üç yönetmenli en başta: Ali Yorgancıoğlu, Gönenç Uyanık ve Uluç Ali Kılıç beraber yönetmişler filmi. Kolaj çalışması gibi filmleri saymazsak üç yönetmenli bir film hatırlamıyorum ben. Filmin en ilginç özelliği internetten yasal olarak indirilebilmesi. İnternet sitesinde bir çok indirme formatı mevcut. 18 saatte çekildi "Moral Bozukluğu ve 31". Bu da ilginç bir özellik. Yer yer sevimli olabilen bir abazan komedisi "Moral Bozukluğu ve 31". İnandırıcılık sorunu kronik. Bu Dirty Cheap Creation'dan bir Judd Apatow ve ekibi benzeri işler gelebilir mi? Zor gibi görünüyor. Başlıkta da yazdığım gibi gereksiz ama ilginç bir film "Moral Bozukluğu ve 31".


Moral Bozukluğu ve 31 // Trailer from Dirty Cheap Creative on Vimeo.

Jim Jarmusch filmleri 1

"Permanent Vacation/Daimi Tatil"
...Sounds good to me...Ben bu filmi siyah beyaz hatırlıyordum. Arşivden kontrol ettiğimde renkli olduğunu gördüm. O sahnede Allie "sounds good to me" diyordu ve bu cümle o karakteri ve filmi ve yönetmeni çok iyi açıklıyordu. Jarmusch'un bu açılış filmi tam olarak bir film bile kabul edilmez bazıları tarafından. Bir vagabond (sokaklarda aylak aylak gezen) vagabond'luk yapar film boyunca. Jarmusch'un favori teması olan hayatın anlamsızlığı da böylece servis edilmiş olur. Çok güzel görüntüler, diyaloglar var filmde. Şu meşhur dans sahnesini bir izleyelim:



"Down by Law/İçeridekiler"

İşte favori Jarmusch filmim. Son yılların en favori filmlerimden. Tek itirazım siyah beyaz oluşuna. Renkli çok daha içine girilebilir olacağından dolayı, unutulmaz bir klasik olacağı düşüncesindeyim. Roberto Benigni'nin varlığı filmin en büyük artısı. O kadar sevimli ki kendisi, tek başına filmi alıp götürüyor. Şarkıcı Tom Waits ve Jarmusch'un sık çalıştığı oyuncu/müzisyen John Lurie de Benigni'ye çok iyi uyum sağlıyorlar. Espiriler bir harika. Bu üçlünün özellikle de Benigni'nin salaklıkları gülmekten kırıp geçiriyor. Waits ve Lurie hayatın anlamsızlığının farkındalar ama bu sevimli İtalyan'a onlar da kayıtsız kalamıyorlar. Filmin fragmanı Waits'in söylediği "Jockey Full of Bourbon" adlı muhteşem şarkı eşliğindeki açılış sahnesi:



"Mystery Train/Gizemli Tren"

Harika bir Jarmusch filmi daha. Inarritu filmlerinden çok çok önce çekilen bu film onun kurgularını andırıyor. Elvis hayranı Japon çift, kocasının tabutuyla ne yapacağını şaşırmış İtalyan kadın, ve hiç yoktan cinayet işleyen iki salak (biri Steve Buscemi daha ne olsun). Bu üç hikaye Memphis'te bir otelde kesişiyor. Bağımsız film böyle olur diye bağırıyor bu film. Unutulmaz bir deneyim.



Jarmusch filmlerini tarih sırasına göre inceliyorum. Daha önce "Stranger Than Paradise/Cennetten de Garip" adlı filmi yazmıştım. Jarmusch'un en beğendiğim filmleri bu ilk dönemi olan 80li yıllara denk geldi. Diğer filmleri de kötü değil; ancak bence bu 80li yıllar Jarmusch filmografisi benzersiz.

15 Haziran 2010

TRT HABER

Eski TRT2'nin yerine kurulan TRT Haber kanalı Pazar günleri 22.30'da son dönem nitelikli Türk filmleri yayınlıyor. Bu hafta "Uzak İhtimal" vardı mesela. "Pandora'nın Kutusu"nu oradan gördüğüm bazı sekanslar sonucunda izlemeye karar vermiştim. Rating kaygısı gütmeden, vizyon şansı fazla olamamış filmleri yayınlıyorlar ve bence de çok iyi ediyorlar.

14 Haziran 2010

"Küçük Kıyamet" (2006)

"Vavien"i izledikten sonra Taylan kardeşleri dikkatle izlemek gerek diye düşünmeye başlamıştım. İlk filmleri "Okul"u da bazılarının yaptığı gibi yerden yere vurmamıştım. Vavien'deki muhteşem performanstan sonra "Küçük Kıyamet"i izlemek kaçınılmaz olmuştu. Bu filmi de beğenmeyenler, yerden yere vuranlar var, fakat ben böyle bir tavrın haksız olduğunu düşünüyorum. Korku filminden daha çok gerilim filmi (thriller) diyebileceğim bir film "Küçük Kıyamet". Bunu da başaramıyor denilemez. Çok tanıdık korku/gerilim filmi numaralarına başvurmuyor değil, ama bunu yapmayan film de pek yok. Yapmadığınız zaman zaten korku/gerilim türünde çığır açmış oluyorsunuz. Taylan Kardeşler hep bu türde ürün verecekler gibi duruyorlar. Takip edenlerdenim.

13 Haziran 2010

Marlonbarando Facebook'ta

Recep İvedik'in dediği gibi "çok amele doldu, ben çıkmayı düşünüyom". 2007 yılında Facebook'a üye olduğumda-Türkçe versiyonunun olmadığından da dolayı biraz- Facebook sevimli, seviyeli bir yerdi. Artık öyle değil; ancak ne kadar güçlü bir haberleşme aracı olduğunu inkar etmeyeceğim. Feys aracılığıyla yıllar sonra bulduğum liseden bir arkadaşımın önerisiyle Marlonbarando sayfası yaptım. Aratınca direk çıkıyor. İlk olarak da en sevdiğim yazılarımı koydum. İgilenenlere (varsa) duyurulur.

07 Haziran 2010

"Soul Kitchen" (2009)

Bir önceki yazımda bahsettiğim minimalist sinemanın tam karşısında duruyor formalist sinema. "Requiem for a Dream/Bir Düş İçin Ağıt" gibi kameranın bir dakika durmadığı, sürekli bir ekşın halinde olan hikaye kurgusu. Fatih Akın da bu türün önemli temsilcilerinden biri. Son filmi "Soul Kitchen/Aşka Ruhunu Kat"ın afişine bakar mısınız? Tam da formalist sinema nedirin cevabı. Filmlere Türkçe isim bulanlar kimdir hep merak etmişimdir. "Bend It Like Beckham"a "Hayatımın Çalımı: Beckham"ı kim hayal etti acaba? O iki nokta neyi anlatmaya çalışıyor? Aşka Ruhunu Kat da çok tuhaf durmuş bence. "Soul Kitchen" filmin hikayesi üzerine doğrudan etkili olan bir restorantın adı. Tıpkı harika Steve Buscemi filmi "Trees Lounge/Bizim Kafe" örneğinde olduğu gibi; bir mekan, nefes alan, hikayeye yön veren bir karakter oluyor. Benim adamım Moritz Bleibtreu'nun varlığı her zamanki gibi filme kişilik katıyor. Diğer oyuncular da iyi iş çıkarıyorlar. Bu ayki Sinema dergisinde Akın için, "Gegen die Wand/Duvara Karşı"dan sonra hız kesti gibi bir yorum vardı. Hala en iyi işinin "Gegen die Wand" olduğuna katılıyorum ama genel olarak bu yoruma katılmıyorum. Kendisi günümüzün en parıltılı yönetmenlerinden biridir. Yapacaklarıyla şimdiden benim gibi milyonlarcasını heyecanlandırmaktadır.


SOUL KITCHEN - Trailer - Click here for the most popular videos

06 Haziran 2010

"Mommo Kız Kardeşim" (2009)

Atalay Taşdiken'in ilk filmi "Mommo Kız Kardeşim" bende hep İtalyan-Fransız-Türk ortak yapımı bir film hissi uyandırmıştı. Oysa mommo, filmdeki Ayşe'nin korktuğu doğaüstü yaratığın adıymış. Minimalist sinema adından da anlaşılacağı üzere sadeliği, durağanlığı, dinginliği tercih eden bir sinema. Yabancı filmlerden en bilineni Tarkovski şaheseri "Stalker/İzci"dir. Yerlilerden ise NBC filmleri bu kategoriye girer. Son yıllarda Türk sinemasında taşra minimalizmi diyebileceğimiz filmler sıkça görülmeye başlandı. "Mayıs Sıkıntısı", "Beş Vakit", "Yusuf Üçlemesi", "Sonbahar", "Tatil Kitabı" gibi filmler bu kategoriye sokulabilir. "Mommo Kız Kardeşim" de bir taşra dramı. Filmin merkezindeki Ayşe'nin yani kız kardeşin her şeyi abisi. Bu iki çocuğun neredeyse tüm köye karşı olan varoluş mücadelesi film. Film önemli bir bölümünü sevimli, naif diyebileceğimiz bir şekilde geçiriyor; fakat sonlara doğru izletilen trajedi dayanılacak gibi değil. Çoklarının bayıldığı çocuk oyuncularının filmin ruhuna büründüklerini kabul ediyorum ama acemilikleri bir çok sahnede göze çarptı. Erkan Oğur'un müziğinden artık sıkılmış biriyim ancak; kendisinin bu filmde gitarıyla icra ettiği Eric Satie eseri Gnossienne Nr. 1 filme çok şey katıyor. Herhangi bir kaydını bulamadım ama eser şöyle bir şeydi:


Gnossienne Nr.1 - Erik Satie - Watch the best video clips here

Fragman da burada.


Mommo Kızkardesim Frag - The most popular videos are here

"Orada" (2009)

Bu tür reunion (tekrar bir araya gelme) filmleri bana "The Big Chill" veya "The Bridges of Madison County/Yasak Aşk"ı hatırlatıyor. Bu arada görüldüğü üzere film adları yazma formatında değişiklik yaptım. Eski haliyle yani: The Bridges of Madison County (Yasak Aşk, Clint Eastwood, 1995) gibi haliyle yazmak bana çok fazla vakit kaybettiriyordu. Bu formatta daha hızlı yazabiliyorum artık. Zaten merak eden kişi kopyala yapıştır yapıp filmi arayacak ve yönetmen, gösterime girdiği yıl konusunda bilgi sahibi olacaktır. "Orada" Hakkı Kurtuluş (1980), Melik Saraçoğlu (1984) gibi çok genç iki yönetmenin elinden çıkma bir film. Anneleri huzurevinde intihar eden, babaları da Büyükada'da münzevi yaşayan, birbirlerinden yıllardır kopuk olan iki kardeşin, babalarıyla reunion yapma öyküsü. Karakterler arasındaki iletişimsizlik çok yoğun hissediliyor. Böylesini çok nadir görürüz. Bir araya gelince etekteki taşlar teker teker ortaya dökülüyor. Hepsi ne kadar da mutsuz, ne kadar da hayal kırıklıklarıyla dolu. Bu arada filmdeki Neslihan rolünü oynayan Dolunay Soysert'in Kaygısızlar'daki Hostes rolünün sahibi olduğunu öğrenince bir tuhaf oldum. Çünkü ben hayatımda iki, üç tv dizisini takip ettim: Süper Baba, Kaygısızlar ve Hemşerim (Mahsun Kırmızıgül)...Bana hep dizi tavsiyeleri geliyor; Lost izle, House izle, Ezel izle vs. Ben de diyorum ki izlemek istediğim o kadar çok sinema filmi var ki değerli vaktimi neden dizi izleyerek israf edeyim. Bu iki yönetmenden umutluyum. Gerçek sinema (!) yapmak istediklerini daha ilk filmlerinden belli ettiler.


ORADA Fragman - More free videos are here