11 Kasım 2010

"Reise der Hoffnung" (1990)

1991 yılında beri izlemek istediğim bir filmdi "Reise der Hoffnung/Umuda Yolculuk". O yıllarda yeni açılan Show TV jeneriklerinde çıktığını hatırlıyorum ama yayınlanmışsa nasıl oluyor da izlememişim hayret ediyorum; çünkü o yıllarda televizyonda on binlerce Türk filmi izlemişimdir (şaka zaten toplamda 6000 tane falan Türk filmi var). Çocuk oyuncu Emin Sivas'ın tren gelirken raylar üstünde uzanarak kaçmayışını ve o sahnenin verdiği adrenalin duygusunu, o yıllarda yaşayan çoğu insan anımsayacaktır. Sahi ne oldu Emin Sivas'a? "Reise der Hoffnung" gibi Oscar almış bir filmde ve "Piano Piano Bacaksız" gibi kalburüstü bir filmde oynadıktan sonra neden kariyeri gelişmedi acaba? O yıllarda sanırım benim gibi birçok insan da "Reise der Hoffnung"ın bir Türk filmi olduğuna dair yanılgıya düşmüştür. Oysa Xavier  Koller adlı İsviçre'li bir yönetmenin filmi ve İsviçre adına En İyi Yabancı Film Oscar'ı almış bir yapım. Filmin yüzde 90'ının Türkçe olduğunu belirteyim ama yine de klasik bir Türk filminden ziyade, batılı bir bakış açısıyla çekilmiş bir film olduğunu bize hissettiriyor. Maraş'ın bir Alevi köyünde Cem ayiniyle açılıyor film. Yedi çocuğu olan Ali Haydar dağların arkasındaki cennet diye tasvir ettiği İsviçre'ye gidip yırtmanın hayallerini kurmaktadır. Tabi ki kaçak yoldan. İşi yokuşa süren de karısıdır. Malı davarı satıp bu işi gerçekleştirebilecek kişilerle iletişime geçer Ali Haydar. Sonra İngilizcesi adventure olan bir yol filmine dönüşür "Reise der Hoffnung". Maraş'tan başlayıp, İstanbul, Milan ve nihayet İsviçre dağlarıyla filmin yolculuğu devam eder. Yol filmlerinin benim en favori film türlerinden biri olması dolayısıyla ilgiyle izleyebildim filmi. Fakat çok etkileyici bulmadığımı itiraf etmeliyim. Özellikle bazı oyuncular inandırıcılıktan uzak göründü bana. Mesela Nur Sürer. Maraş'ın köyünde doğup büyümüş, yedi çocuklu bir kadın gibi konuşmuyordu. Bir filmde bir karakter kendisinden beklendiği gibi konuşmazsa, o film benim gözümde bir seviye aşağıya iniyor. O yüzden "Sonbahar" (2008) bana göre çekilmiş en iyi Türk filmi değil de en iyilerden biri; çünkü Yusuf karakteri de Artvin'in bir dağ köyünde doğup büyüyen bir insan gibi konuşmuyordu. Çoğu oyuncu da tutuk diye tarif edebileceğimiz bir performansa sahipti. Bunun kaynağı da yabancı yönetmen ve ekiple aralarında vuku bulmuş iletişim kopukluğudur büyük ihtimalle. Bu yabancı ekibin önemli bir katkısı görüntü yönetimine olmuş gibi gözüküyor. O yıllarda çekilen Türk filmlerinin fersah fersah ötesinde bir kaliteye sahip görüntü yönetimi. İzleyici yorumlarında da filmin en büyük artısının dram yükünde olduğu belirtiliyor fakat bence o da çok şablon kalmış. Diyorum ya filmde her daim hissedilen bir tutukluk var, bir türlü istenilen vitese ulaşamıyor araba. Hemen akıllara gelen "Otobüs"ten (Tunç Okan, 1976) geride bir film "Reise der Hoffnung". Google Video'da mevcut film. Oradan izleyebilirsiniz.