18 Mayıs 2010

İran sinemasına eğilmeliyim

Çünkü çok tanıdık. Sanat eserlerini eserin geldiği kültürden gelenler daha bir farklı algılarlar. Özellikle dil bu farklı algıda önemli bir rol oynar. Bir Kubu Zekirdemiz filmini sizin algıladığınız gibi bir Eskimo asla algılayamaz. İnsanoğluna ait evrensel kişilik özelliklerini, mesajları algılayabilir ama yüzde yüz filmin içine giremez. Diye düşünüyorum. Taste of Cherry (Kirazın Tadı, Abbas Kiarostami, 1997) uzun süre arşivimde bekledi durdu. Muhtemelen Sinema dergisi aracılığıyla izlenecekler listesine eklemişimdir. Bir kaç kere bazı sahnelerine baktığımda, Ankara Bala'ya benzeyen yerlerde sürekli bir arabanın dolaştığını gördüm ve o halleriyle film bana çekici gelmemişti. Dün 93 dakika gibi kısa bir süreye sahip olduğundan ve hadi bir de İran sinemasından bir film izleyeyim diye kafama estiği için izledim. Aslında köklü bir sinema geleneğinin olduğunu bilidiğim İran'ın yetiştirdiği en önemli yönetmenlerden biri olan Abbas Kiarostami'nin bu filminin Bergman filmlerinden aşağı kalır yanı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Yaşam ve ölümün, değer ve değersizliği üzerine çok çarpıcı bir gözlem yapıyor. Sonunda tercihini de çok anlamlı bir şekilde yapıyor. Umut ve umutsuzluk arasında gidip geliyorsunuz film boyunca ve filmin sonunda birisi geliyor sizi buluyor. Hangisi olduğunu söylemeyeceğim; çünkü dangoz köşe yazarı değilim. 1997 yılında Cannes'de Altın Palmiye (boş filme vermezler) aldığını belirtmeliyim. Bence mutlaka izlenmesi gereken bir film. İran'ın kozmopolit yapısı filmde de çok etkili bir şekilde kullanılmış. Bizim ülkemizdeki milliyetçileri kızdıracak bölümler de mevcut filmde; ancak bunlar dar ufuklu insanların dert edecekleri detaylar bana göre. Kültür, dil, mekanlar o kadar tanıdık ki hemen hemen iki üç sahnede bir günlük hayatınızda kullandığınız bir kelime duyuyorsunuz. İran gibi kapalı bir toplumda çekilen nitelikli eserlere bundan sonra hep var olacağım.