03 Mayıs 2010
"Bal" (2010)
Bir önceki yazımda bahsettiğim, bazı karakterlerin düzgün Türkçe konuşması filme zarar veriyor dediğim film Bal (Semih Kaplanoğlu). Aynı handikap Sonbahar'da (Özcan Alper, 2008) da vardı. Doğu Karadeniz dağ köyünde doğup büyüyen biri nasıl İstanbul Türkçesi konuşur? Benim gibi bu tür şeylere önem veren insanlar var; fakat sayımızın fazla oluğunu düşünmüyorum. O yüzden de yönetmenler bu tür detayları atlayabiliyorlar. Bu ince ayrıntı filmin kusursuz olmasını engelliyor, çok iyi bir film olmasını değil. Bu blog, izlediğim en iyi üçlemeler arasına rahatlıkla koyabileceğim Yusuf Üçlemesinin son iki ayağına denk geldi. Her biri sanat filmi diye burun kıvrılan bu üçleme, evet gerçek bir sanat eseriydi. Zaten Bal, hepinizin bildiği gibi, Berlin'den Altın Ayı'yla döndü. Bu tür ödülleri kolay kolay vermezler, bunun da farkında olmamız lazım. IMDB ortalaması 7,07 olan 18 adet filmin arasından birinci seçildi. Üçlemenin her biri ayrı ayrı da izlenilir; fakat bütünlük açısından tarih sırasına göre izlenilirse daha fazla keyif alınır. Üçlemenin ortak teması iletişimsizlik, hayatın anlamsızlığı, küçük ayrıntılarda gizli olan derinlikler diye sıralanabilir. Ben artık bu tür filmlere burundan nefes alma filmleri diyorum. Filmin afişini beğenmedim.