O indie posterden referans alarak izlemeyi düşündüğüm iki film içinde, bugün izlediğim "Say Anything.../Bana Sevdiğini Söyle"nin dün izlediğim "Drugstore Cowboy"dan daha iyi olduğunu hissediyordum. Yanılmamışım. 70ler Amerikan sinemasına olan hayranlığımla rekabet edebilecek bir dönemciğim daha var diyebilirim artık. O da 90ların Bağımsız ruhu. O bağımsız ruh hala yaşamaya devam etse de 90lardaki kaliteli örnekleri gerçekten satır kıymasından yapılmış Adana kebap gibi gidiyor. Cameron Crowe'un ilk filmi "Say Anything..." bir şeyler söylemeye çalışan, zeki, sevimli, sağ gösterip sol vurmayan, sol şeritten hızla akıp giden bir film.
Hayatın içerisinde aşk vardır. Ve de birçok insan için önemli bir yer tutar. Sinemanın da diğer sanat dalları gibi bu olguya kayıtsız kalması düşünülemez elbette. Ama ben insanların bu zayıf yanını uyanıkça keşfedip, aşk satar mantığıyla kotarılan klişe romantik komedileri sevmiyorum. Örnek olarak Meg Ryan filmlerini verebiliriz. Bu filmler, bazıları iyi seyirlik olmasına rağmen, aşkın sorunsuzca ilerleyen rüya gibi bir şey olduğu tezini savunması dolayısıyla beni sıkar. Onların yerine daha gerçekçi, aşkı olduğu gibi anlatmaya çalışan, insanları mutlu etmek diğer bir deyişle uyutmak misyonu taşımayan filmleri çok severim. "Say Anything..." de kesinlikle bunlardan biri. Amerikan filmlerinde sıkça geçen loser X somebody kelimleri yani kaybeden X önemli kimse olma olayını "Say Anything..." çok iyi çözmüş. İnsanlar sevgiliniz varsa size bir somebody muamelesi yoksa da loser muamelesi yapıyor. Bu ikiyüzlülük "Say Anything..."de çok tipik. "Being John Malkovich/John Malkovich Olmak" ve "High Fidelity/Yüksek Sadakat" filmlerinden iyi hatırladığım John Cusack'in başarılı sıradan guy performansıyla, Ione Skye'nın inandırıcı bayan başarı hikayesi performansının da yardımıyla bahsettiğim toplum ikiyüzlülüğü çok net bir şekilde hissediliyor. Çocuğun ismi Lloyd Dobler. Sıradanlığın tepe noktası olabilecek bir isim. Hiçbir filmde Lloyd isminde ciddi bir karaktere rastlamadım. Süper kızın ismi de Daine Court. Bizim milli bayramlarda günün anlam ve önemini belirten konuşmayı yapan kişi ismi gibi. Aynı zamanda Batı sinemasında hep bir sevimlilik potansiyeline sahip Diane ismi de çakalca kullanılmış. Lloyd'un kızı elde ettikten sonraki değişimi ve filmin ortalarında itiraf ettiği gibi kendine güveninin gelmesi, kadın-erkek ilişkilerinin değiştirici-dönüştürücü yanına çok iyi parmak basıyor. Filmin başlarındaki salak halleri inanılır gibi değil. Kızın da süper cv'sine rağmen aslında hep tiyatro yapan biri olması ve dolayısıyla yanında kendisini rahat, sahici bir insan gibi hissettiği Lloyd'a aşık olması çok doğal. Her aşk gibi bu aşk da iniş ve çıkışlara sahip. Zaten film boyunca bunları izliyorsunuz. Filmin bitişini de çok sevimli buldum. Bayağı özgün bir bitişi var filmin. Bu gömülü hazineye kayıtsız kalmamanızı öneririm. İyi Pazartesiler...