Facebook'un hikayesini hepimiz biliyoruz. 2004 yılında Marc Zuckerberg tarafından Harward üniversitesi yurdunda kurulan sanal arkadaşlık sitesi günümüzde bir fenomene dönüşmüş durumda. 500 milyon aktif kullanıcıya sahip ve Türkiye 23 milyon kullanıcıyla Amerika, Endonezya ve Birleşik Krallıktan sonra dördüncü sırada yer alıyor. 26 Eylül 2006'dan sonra herkese açık olan Facebook'a ben yaklaşık bu tarihten bir yıl sonra üye olmuştum. Yani Türkiye'de ve yaşadığım şehirde ilklerden biriyim. İlk zamanlar çok hoşuma gidiyordu. Ne zaman Superwall olayı çıktı yani video, resim paylaşmak mümkün oldu kamyonun freni patladı. Türkçe dil seçeneğinin de mümkün olmasından sonra Recep İvedik'in dediği gibi ipini koparan gelmeye başladı. Bu kadar popüler olmasının sebepleri bana göre: 1- İnsanlarda potansiyel olarak var olan "Rear Window" etkisi, yani gözetleme merakı. Kompleksli ruhun kendisinin yapamayıp da başkalarının yapabildiğiyle ilgilendiği sır değil. Facebook bu konuda çok ucuz maaliyeti olan bir olanak sunuyor insanlara. 2- Facebook'un insanlara yine emek sarfetmeden bir somebody (önemli kimse) olma imkanı sunması. Hayatında kitap kapağı açmamış insanlar bu platformda kanaat önderi gibi hareket edebiliyorlar. Sakız kabından çıkmış sözler, bir sürü anlamsız yorum, bir sürü gereksiz grup sayesinde hayatta bir şey başaramamış insanlar bir topluluğun üyesiymiş gibi kendilerini hissedebiliyorlar. Bilmem kimin bilmem kime verdiği ayar veya kapak cevap türü videolar, nefret söylemini içselleştiren gruplar, iddia ederim şunu şunu yapabilirim tipi topluluklar sayesinde; sistem tarafından iliklerine kadar sömürülen insanlar katarsis yaşamış oluyorlar. Günümüz toplumunun en büyük sorunlarından biri olan sığlaşmanın çok önemli bir enstrümanı olarak görüyorum Facebook'u. Peki bu kadar eleştiriyorsun da sen neden kullanıyorsun feysi derseniz? Kullanmıyorum. Hesabımı kapattım. Facebook hesabı olmayınca insan kendini bir şey sanıyor. Şimdi kendimi somebody hissediyorum diyebilirim. Orada geçirdiğim ve bana hiçbir şey katmayan zamanı artık daha faydalı işlerde kullanabilirim.
Facebook hesabımım David Fincher'ın "The Social Network/Sosyal Ağ"ını izledikten sonra değil önce kapatmıştım. Gelelim filme. Daha önce de bir kaç kere yazmıştım. Biyografi filmlerini genel olarak sevmiyorum; çünkü bu filmlerin bir misyonu oluyor. Ne anlatırsa anlatsın o kişinin etrafında dönüyor her şey. Bütün yan hikayeler, bütün yan karakterler o kişiye bağlanıyor. Biyografi türünden iyi filmler de izledim. "Shine/Parıltı" gibi çok iyi bulduğum örnekler de var ama ben bir Al Capone biyografisi yerine "The Untouchables/Dokunulmazlar" gibi Al Capone'nun bir yerlerinden iliştiği bir filmi tercih ederim. "The Social Network" de Facebook'un kurucusu Marc Zuckerberg'in biyografisi. Senariste göre yüzde yüz gerçek değil. Ama film eveleyip gevelemeden Zuckerberg'e asshole (şerefsiz faşist iki yüzlü) muamelesi yapıyor. Bütün emeği geçenleri 300, 500 milyon dolar verip defeden ve 25 milyar dolarlık Facebook'a sahip olan Zuckerberg, filme göre bu motivasyonu kendisini terk eden kız arkadaşından intikam almak için yapıyor. Bana inandırıcı gelmedi. Dolayısıyla filmin dramatik çatışma anlamında sorunlu olduğunu düşünüyorum. Dünyanın şu andaki en büyük fenomenini yaratan adamın motivasyonunu bu bildik Hollywood (hatta Yeşilçam) numaralarıyla açıklamak kolaya kaçmak değildir de nedir? Yine de ilgi çekici ve sürükleyici bir film diyebilirim "The Social Network" için; fakat bunu Facebook ve kurucusunun şu anda çok büyük bir fenomen olmasına bağlıyorum ben. Imdb Top 250'de ne işi var hala anlayabilmiş değilim? Favori yönetmenlerimden biri saydığım David Fincher'ın ilk dört filmi; "Alien 3/Yaratık 3", "Se7en/Yedi","The Game/Oyun" ve "Fight Club/Dövüş Klübü". Sonrasındaysa galiba sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri olacak bir yönetmenin filmografisi değil kanımca. Neyse umudumu kaybetmeyeyim en iyisi. Bu blogda bana ettiğim lafları yalatacak işler çıkmasını gerçekten çok istiyorum ve böyle bir şey olunca belgeliyorum da zaten.