28 Ağustos 2010

Sevgiliyle izlenebilecek son film

Todd Solonz'un "Happiness/Mutluluk"u (1998) aslında Sam Mendes'in "American Beauty/Amerikan Güzeli"nden (1999) bir sene önce çekilmiş olmasına rağmen; evlilik, kadın erkek ilişkisi, cinsellik gibi olgulara Amigo Orhan'ın Mustafa Denizli'ye kafa atması gibi daldığı övgüsü hep "Amerikan Beauty"e yöneltilmiştir.



"Ayy çok gerçekçi filim" diye etiketlenen "American Beauty"i izlemiş olanlar "Happiness"ı izlerlerse ne derler tahmin edemiyorum. Ünlü sinema sitesi premiere.com "En Tehlikeli 25 film" listesine "American Beauty"i değil de "Happiness"ı almıştır mesela. Bu örnekleri vermekteki amacım "American Beauty" kötüdür, asıl kafayı atan "Happiness"tır demek istemiyorum. "Happiness"ın, az bilinmesinden dolayı, "American Beauty"den daha sarsıcı bir etkiye sahip olduğunu anlatmak istiyorum. Aslında bir komedi filmi özelliklerine de sahip olan "Happiness"ın, cinsellik üzerine öyle sert söylemleri var ki gerçekten izlemesi zor bir film. Filmde hiçbir pornografik sahnenin yer almadığını da belirtmek istiyorum, çünkü akıllara bu gelmiş olabilir. Fakat kullanılan dil oldukça provokatif. Çok başarılı oyunculuklar var, özellikle kendine güveni olmayan, telefon sapığı rolündeki Philip Seymour Hoffman inanılmaz iyi. Herkes çok iyi. Son zamanlarda bu kadar şok edici bir film izlemedim, evet mideye sıkı bir yumruk indiriyor (eleştirmen tripleri). Evlenmeyi düşündüğünüz bir sevgiliniz varsa klavyenizden h-a-p-i-n-e-s harflerini silin derim.

26 Ağustos 2010

Billy Wilder garantidir

Sürükleyici bir film arıyorsanız Billy Wilder'a yönelmenizi tavsiye ederim. Kendisi klasik Amerikan sinemasının en parıltılı yönetmenlerinden birisidir. Bugün Avusturya topraklarında yer alan, o zamanlarsa tarih derslerinden aşina olduğum Avusturya-Macaristan imparatorluğunda yer alan bir yerde doğan Wilder, Yahudi Soykırımından kaçmak için Amerika'ya göç etmiştir ve Hollywood'un en saygın yönetmenlerinden biri olmuştur. Bir çok türde (komedi, dram, kara, savaş, romantik komedi) çok başarılı eserler vermiştir. Kendisine özgü mizah anlayışıyla, çok yönlü karakter yaratımıyla ilgiyle izlenebilen filmler çekmiştir. Şu resimdeki Marilyn Monroe pozu popüler kültüre ait bir ikondur ve "The Seven Year Itch/Yaz Bekarı" (1955) filminde bir sahnede geçer. Aslında filmde çok da uzun olmayan ve tanıdık resimlerle alakası olmayan bir sahnedir; ancak daha sonra bu sahnede geçtiği düşünülen Monroe'ya ait çok sayıda fotoğraf çekilmiş ve popüler kültüre servis edilmiştir. Şehnaz Dilan, Seda Sayan, Christina Aguilera gibi gerekli gereksiz bir çok kişi bu sahneyi taklit etmiştir. "The Seven Year Itch" Wilder'ın daha önemli olan romantik-komedisi "The Apartment/Garsoniyer" kadar olmasa da sürükleyici, hoş bir romantik komedi. Monroe aptal sarışın rolünde göz dolduruyor. Tom Ewell da aptal sarışınlara sulanan erkeklerin ne kadar aptal olabileceği konusunda çok başarılı bir kompozisyon çiziyor. Çok hoş diyaloglar ve sahneler barındırsa da tiyatrovari havası bence filmin en büyük eksikliği. Sonuç olarak bir çırpıda izleyebileceğiniz ve gülümseyerek mouseunuzla çarpıya basabileceğiniz bir film "The Seven Year Itch".
En iyi beş Billy Wilder filmi:
1- "Sunset Blvd./Sunset Bulvarı" (Kara)
2- "The Apartment/Garsoniyer" (Komedi)
3- "Some Like It Hot/Bazıları Sıcak Sever" (Romantik Komedi)
4- "Stalag 17" (Savaş)
5- "The Lost Weekend/Kayıp Haftasonu" (Dram)

24 Ağustos 2010

İki harika otobiyografik kara mizah örneği

Önce biraz daha fazla harika olanından başlayayım:
Coen'lerin "No Country for Old Man/İhtiyarlara Yer yok"undan sonraki "Burn After Reading/Aramızda Casus Var"ını biraz zayıf bulmuştum. Beklediğim kara komedi şaheseri nihayet geldi. Bire bir örtüşmese de otobiyografit ögeler filmde fazlasıyla mevcut. 60ların Amerika kırsalında, Yahudi bir ailenin daha doğrusu Yahudi bir aile babasının başına gelenleri sinema dünyasında Coen'lerden daha iyi anlatabilecek kimse yoktur her halde. Bir bahtsız bedevi filmi olarak Oliver Stone'un "U-Turn/Kaybedenler"ine benzettim "A Serious Man/Ciddi Bir Adam"ı. Oldukça kişisel ve biraz cemaat içi bir film olmasına rağmen, "A Serious Man"deki kara mizah duygusu seyriciye kolaylıkla geçebiliyor. Star olsun olmasın çok iyi oyuncu yönetimi ve çok iyi görüntü yönetimi artık Coen'ler için standart oldu. Oralara hiç bulaşmıyorum ama bence artık üst düzey zeka ürünü olmak da Coen'ler için standart olmaya başladı. Umarım yutmam bu lafı. İki sene sonra görüşürüz.
Biraz daha az harika olanı ise Emir Kusturica'nın "Scejas li se Dolly Bell/Dolly Bell'i Hatırlıyor Musun?". Bu filmde aynı şekilde bire bir bir otobiyografi değil ama Kusturica çok iyi bildiği, çocukluğunun Saraybosna'sını anlatıyor. Sosyalist olmaya çalışan bir idareye geçiş dönemi sancılarıyla karışık hayata yeni yeni gözlerini açan bir ergenin traji-komik maceraları ve hüzünle yoğrulmuş aşk hikayesini anlatıyor "Scejas li se Dolly Bell". Her şeyi parmaklarının arasından akıp giden ve kahreden bir aşk yaşayan Dino sürekli tekrarlıyor "her gün daha iyiye gidiyorum" ama ,özür diliyorum, nah iyiye gidiyor. Buradaki bu argo ifadeyi Kusturica'nın ne kadar da başarılı bir kara mizah örneği sergilediğini vurgulamak için kullandım. filmde bazı teknik sorunlardan kaynaklanan negatif durumlar mevcut ama onlar da hoş görülebilecek şeyler. 1981 yılında Yugoslavya'da ilk filmini çeken Kusturica'nın bu şartlar altındaki başarısını takdir etmek zorundayız.

22 Ağustos 2010

Tümünü listele

Listeleme kültürü adında bir etiket sahibiyim. Şu İngilizce'deki "which means" kalıbı çok güzel, keşke Türkçe'de de böyle bir kalıp olsa. Listeleme yapmayı seviyorum. Başkalarının Top10'larını öğrenmeyi de seviyorum. Bunun için harika bir site buldum. http://listverse.com/ çok gerçekçi şahane listeler barındırıyor. Örnek olarak psikolojik gerilim listesine bir bakmanızı öneririm. Sadece filmlerle ilgili değil, ilgili ilgisiz bir çok ilginç liste var sitede.

20 Ağustos 2010

"Shallow Grave" (1994)


Shallow Grave (1995) Trailer
Yükleyen lidystopia. - TV dizilerini ve programlarını online izleyin.

Danny Boyle'nin "Trainspotting"den önceki filmi "Shallow Grave"'in İngilizce adı bir korku filmiymiş gibi duruyor, buna karşın Türkçe adı da (Mezarını Derin Kaz) bir komedi filmiymiş gibi duruyor. İkisi de değil. "Following"le ilgili araştırma yaparken karşıma çıktı "Shallow Grave" ve evet yine o filmlerden biriydi: izlemeden önce çok iyi olduğunu bildiğiniz filmlerden. "Shallow Grave"i izlerken hem Coen filmlerini hatırladım hem de Sam Raimi'nin Coenlerden etkilenerek çektiği "A Simple Plan/Basit Bir Plan"ı. Sözünü ettiğim filmlerde kahraman (veya anti-kahraman nasıl hoşunuza gidiyorsa) bazen niyetli bazen de tesadüf eseri bir suça bulaşır ve başına gelmedik kalmaz. Bu suça bulaşmasının sebebi de insanoğlunun zaafları olan bir yaratık olması, bu zaafları gündeme geldiğinde kendisine öğretilmiş hiçbir değeri takmaması. "Shallow Grave"de de aynen bunlar oluyor. Ev arkadaşlığı yapan üç kafadar (biri kadın) hiç hesapta yokken bir suça bulaşıyorlar, fakat bu suça bulaşmaları kendi tercihleriyle oluyor. Sonra kaçınılmaz olarak kötü adamlar bunları buluyor ve emaneti talep ediyorlar. Modern bir kara film örneği olarak görebiliriz "Shallow Grave"i. Ve de çok başarılı bir örneği olarak. (SPOILER) Filmin bir diğer başarısı da başlarda en uçarı, en aptal görünenin sonlarda en zeki çıkması; başlardaki sağduyulu, zeki görünenlerin de sonlarda şapa oturması. Filmin benim için bir diğer sürprizi de karşıma çıkan Mini Cooper oldu. "The Italian Job/İtalyan İşi" (1969) filmindeki Mini Cooper görüntülerini yayınlamıştım ama anlayamadığım bir şekilde eski video dosyalarım görüntülenemez oldular.

18 Ağustos 2010

Hıncal Uluç bu filmi beğenmezse adam değilim

Bir arkadaşımın her şeye "şu olmazsa adam değilim, bu olmazsa adam değilim" dediğini yazmıştım değil mi? James Mangold'un filmi "Knight and Day/Gece ve Gündüz" tam Hıncal Uluç'un "vallahi ben izlerken keyif aldım" diyebileceği filmlerden biri. Tam bir popcorn filmi. Aralarındaki çekim iyi olan iki süperstar oyuncu, film boyunca düşmeyen bir tempo, başarılı aksiyon sahneleri, sürekli tebessüm ettiren bir mizah duygusu...Tam bir yaz eğlencesi. Hoş vakit geçirmek için bire bir.

15 Ağustos 2010

"Başlangıç"ın yönetmeninden

Veya "The Dark Knight/Kara Şovalye"nin yönetmeninden. "Batman Begins/Batman Başlıyor"un, "Prestij"in hatta "Memento/Akıl Defteri"nin yönetmeninden. Bu filmin şu anda yeni bir dvd versiyonu çıksa bu başlıkların hepsi atılabilir. Christopher Nolan için yeni Stanley Kubrick lafları ortalıkta dolaşmaya başlayınca bu debut (başlangıç) filmini izlemek istedim. O tarihlerde ünsüz bir kişi olan Nolan, yakın arkadaşlarının desteğiyle işten arda kalan Cumartesi günlerinde çalışarak bu şaheseri ortaya çıkarmış. 67 dakikalık, bir çırpıda izlenilen ama her Nolan filminin yaptığı gibi zihinde gizemli sorular sordurmayı başarabilen bir film "Following/Takip" (1998). Kurgu konusunda ne kadar titiz ve özgün olabildiğini bildiğimiz Nolan daha bu ilk filminde sineması hakkında seyirciye fikir verebiliyor. Bu adam gizem (mystery) türüne tapıyor. Bu yönüyle Kubrick'den ziyade Hitchcock'a daha yakın belki de. Zaten bence "Following" entellektüel altyapısı fazlaca gelişmiş bir Hitchcock filminden başka bir şey değildir. Filmdeki karakterler unutulmaz kategorisine giriyor bence. Tanımadığı insanları takip ederek varoluşunu tanımlayan genç adam, başkalarının evlerine girerek onlar hakkında fikir yürüten Cobb ve neyin peşinde olduğu belli olmayan gizemli sarışın. Bir kaç mantık hatası ( o kadarı normal) hiç bir aksayan yönü olmayan mükemmel bir film "Following". "3-Iron/Boş Ev"in de esin kaynağı bence.

06 Ağustos 2010

İki adet Tarantino'nun sevdiği, ilginç isimli, 70li yıllarda geçen, yol-suça bulaşma-ikili-grafik şiddet filmi

Film adlarıyla ilgili bir yazım vardı. Bazı filmler adlarıyla çok çekici olabiliyorlar. "Scarecrow/Korkuluk" adlı muhteşem filmle ilgili yazımda, nasıl bir film isterim: 70lerde geçsin, yol ve "couple" (iki kafadar) filmi olsun diye yazmıştım. Bu iki film hem tarife uyuyor hem de yazının başlığındaki diğer artılara sahipler. Tarantino'nun bu filmlere hayran olması da izlemem için diğer bir kışkırtıcı özellikti.
Kötü olanıyla başlayalım: "Dirty Mary Crazy Larry/Çılgın Firar"ı izlemeden önce açıkçası, "Natural Born Killers/Katil Doğanlar", "Bonnie and Clyde", "Thelma & Louise" gibi bir film bekliyordum. En çok da Tarantino'nun "Death Proof/Ölüm Geçirmez"de iddia ettiği üzere Amerikan sinema tarihinin en iyi filmi olan "Vanishing Point/Ölüm Noktası" benzeri bir film bekliyordum heyecanla; çünkü her iki filmde de klasik arabalar başrolde oynuyorladı ve heyecanlı takip sahneleri vardı. "Vanishing Point"in biraz gerisinde kaldığını itiraf etmeliyim. Senaryo olarak zaafiyetleri ve B filmlerinde görülen mantık hataları filmde mevcut. Spoiler gibi olacak ama filmde Mary ile Larry'nin pek bir gönül bağı olmaması izleyenleri hayal kırıklığına uğratıyor; çünkü film adından anlaşılacağı üzere Mary ve Larry'nin filmi değil. Birisi daha var işin içinde. Şu "Vanishing Point"i mutlaka bir daha izlemeliyim.
Mary rolündeki Susan George'nin harikalar yarattığı "Straw Dogs/Köpekler" filminin yönetmeni Sam Peckinpah şiddetin ozanı olarak bilinir ve bu yönüyle Tarantino'yu derinden etkilemiştir. En kişilikli filmlerinden biri olan "Bring Me the Head of Alfredo Garcia/Bana Onun Kellesini Getirin" ziyadesiyle (eleştirmen tripleri) harikulade bir film. Meksika'da geçen inanılmaz bir kovalamaca öyküsü. Filmin ilk dakikalarında Meksika'da bir dini çiftlikteyiz. Kızı Alfredo Garcia tarafından hamile bırakılan toprak ağası ağzından filmin özetini çıkarır "bring me the head of Alfredo Garcia/bana Alfredo Garcia'nın kellesini getirin". Acayip sert adamlar batakhanelerde Alfredo Garcia'nın izini sürerken, para için her şeyi yapacak aşşağılık ama anti-kahraman olan Bennie'yle karşılaşırlar. Bennie ve tuhaf bir aşkları olan Elita kelle için nefes kesici bir yolculuğa başlarlar. Yollarda bin bir türlü adam ve Meksika gerçeği karşılarına çıkar. Unutulmaz bir film oldu benim için "BMTHOAG". Şu gecikmiş en başarılı bulduğum anti-kahramanlar listesine gözüme kırpmadan koyacağım bir kompozisyon çiziyor Bennie rolündeki Warren Oates. Hem aşşağılık hem dignity (saygınlık) sahibi olabilmeyi çok iyi başarıyor. Tam bir klasik.

03 Ağustos 2010

"Büşra" (2010)

Umarım bu yazı ve hayatımın geri kalanı boyunca insanları genelleme hastalığına düşmem. Hepimizin bildiği gibi Alper Çağlar, Bahadır Boysal'ın yarattığı çizgi karakterden yola çıkarak "Büşra" adlı bir film çekti. Bazılarına göre bu bir türbanlı filmiydi, bazılarına göreyse başrolde türbanlı bir karakterin olduğu bir filmdi. Bildiğim kadarıyla bazıları türbanlı veya kapalı olarak anılmaktan hoşlanmıyorlar, onun yerine tesettürlü olarak anılmayı tercih ediyorlar. Türbanlı olarak anılmayı bir küçümseme olarak algılıyorlar. Benim böyle bir amacım olmadığını belirtmek istiyorum. Başörtüsünün bu kadar ön planda olduğu bir film çekilmedi Türk sinemasında. "İnşaat" filminde Nazife'nin başörtülü olduğunu hatırlıyorum; fakat ilginçtir Nazife ortama girdiğinde başörtüsünü çıkarıyordu. Bu tercih bence filmin siyasi tartışmalar odağına kalmaması için vardı. Mesut Uçakan gibi yönetmenlerin filmleri zaten lokal kaldığı için çok tartışma konusu olmamışlardı. Dolayısıyla ana akım sinema içerisinde var olan ilk türbanlı filmi "Büşra"dır. Ben filmi sadece bir film olarak değerlendiriyorum. Hayatta her şey olabildiği gibi filmlerde de her şey olabilir, herkes başrol olabilir diye düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye'de bir türbanlı filminin vizyona girmesini, birilerinin gizli gündeminin bir parçası olarak değil, bir normalleşme işareti olarak algılıyorum; çünkü herkes artık her yerde ve gelmeye devam ediyorlar. Bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir. Eşit ve özgür bireylerden oluşan bir toplum değiliz, hiçbir zaman da olmadık. Bazıları her zaman daha eşitti. Şimdi o daha az eşit olanlar rahat durmuyorlar, bir yerlerde bri şeyler yapıyorlar. Bir türbanlı filmi çekilmesi de buna işarettir bence. İlginçtir film bence "normal" bir film olduğu için çok fazla fırtına koparmadı. Ahmet Hakan'ın şu yazısında belirttiği gibi bin türlü türbanlı var. Onları askerleri gibi gören veya tam tersi gaz odalarına tıkılması gereken bir kitle olarak görenlerin aksine, türbanlı diyebileceğimiz homojen bir grup yok. Onları hata yapmayan İslam'ın sokaklardaki temsilcileri olarak gören muhafazkar kesim tabi ki Büşra'yı hiç sahiplenmedi. Örnek olarak Salih Tuna'nın Yeni Şafak'taki şu yazısına bakabilirsiniz. Aynı gazetede yazan, muhafazakar kimliğini bildiğim, sinema eleştirmeni Ali Murat Güven de şöyle bir yazı kaleme almış mesela. Nazlı Ilıcak'tan şöyle bir yazı var. Filmin asıl teması olan yalnızlığa değinen Milliyet yazarı Asu Maro'nun yazısını da paylaşmak istiyorum. Taraf gazetesinde ilginç bir röportaj da burada. Fikirlerine her zaman değer versem de son zamanlarda biraz bunamaya başladığını düşündüğüm Atilla Dorsay da filmle ilgili bir şeyler karalamış. Ben kısaca filmi başarılı bir sinema eseri olarak görüyorum. Bu yazıdaki amacım tartışmaların içinde olmak değil, tartışmalardan örnekler vermekti.

Bininci film

Aslında daha fazla film izledim de Jason Reitman'ın "Up in the Air/Aklı Havada"sı (2009) arşivimde bulunan ve izlediğim bininci film oldu. Bu bin filmi altı senede izledim. İlk yıllarda merak duygusuyla her şeye saldırıyorken, son yıllarda biraz daha seçici olmaya başladım. Artık bir çok klasik filmi izlemiş olduğum için hoşuma gidebilecek filmleri seçiyorum. Farkedenler vardır son zamanlarda kötü filme az denk geliyorum; çünkü artık arşivcilik düşüncesiyle film izlemiyorum. Bana yardımcı olan en büyük kaynak Sinema dergisi oluyor. Gerçi artık Altyazı dergisini de almaya başladım ama en büyük dilim pasta Sinema'ya gidiyor. Bininci filmin böyle harikulade bir filme denk gelmesi de beni çok mutlu etti. "Up in the Air" son yıllarda -ve son haftalarda- izlediğim ayakları yere sağlam basan, zekice çekilmiş romantik komedilerden biriydi. Kadın erkek ilişkilerine farklı yaklaşan, söyleyecek tezi olan bir filmdi. Çok yaratıcı bir filmdi. Ryan Bingham (Clooney) ilginç bir mesleğe sahip. İşten adam atıcı (ass kicker). İşverenler, işçilerini kovduklarını kendileri söyleyemedikleri için, bu zor görevi para karşılığında Bingham gibi profosyenellere yaptırıyor. Yılın 320 günü seyahat ediyor Bingham, dolayısyla hiçbir şeye bağlanmadan tam da istediği gibi özgür bir hayat yaşıyor. Amacı da 10 milyon mil yolculuk yapan yedinci kişi olabilmek. Bu yolculuklarda kendisi gibi sık seyahat eden Alex adlı kadınla tanışıyor. İkisi tam da istedikleri gibi sorumluluksuz, ucu açık bir ilişki yaşıyorlar. Acaba gerçekten istedikleri bu mu? "The Crying Game/Ağlatan Oyun" için dünyanın en sürprizli filmi iddiası vardı. Ben de bu iddiaya katılmadığımı, benim için en sürprizli filmin "Psycho/Sapık" olduğunu yazmıştım. Bu iddiam hala geçerli; ancak "Up in the Air" da çok şaşırtıcı bir sona sahip. Neredeyse tüm filmi allak bullak eden cinsten bir sürpriz. Bence çok zekice kurgulanmış. Geçen senenin en özgün filmlerinden biri olan "Up in the Air" size kadın erkek ilişkileri ve sistemin insanı nasıl duyarsızlaştığı üzerine çok yaratıcı tezler vadediyor. Çok sevdim bu bininci filmi...

02 Ağustos 2010

"Inception" (2010)

Inception: Movie Trailer. Watch more top selected videos about: Inception, Marion Cotillard

im
Bir arkadaşım vardı; şu olmazsa adam değilim, bu olmazsa adam değilim derdi sürekli. Onu hatırlayarak bu başlığı attım. Christopher Nolan'ın "Inception/Başlangıç"ı bu sene oscar almazsa adam değilim. Senaryo dalında da, en iyi film dalında da alacaktır. Henüz "Shutter Island/Zindan Adası"nı izlemediğim için DiCaprio'nun ödülü alıp alamayacağını bilemiyorum. Yani DiCaprio alacaktır da hangi filmle alacaktır onu kestiremiyorum. Top 250'de üçüncü sıraya yerleştiğini görünce izlemek farz oldu diye düşündüm. Christoper Nolan Batman'lerden sonra iyice star bir yönetmene dönüşmüş durumda. Görkemli, gizemli, destansı filmler çekiyor. Onun filmlerinde iyice konsantre olmak gerekiyor. "The Dark Knight/Kara Şovalye"yi Ankara'da IMAX izlemiştim. Adamlar hem film arası vermemişlerdi hem de sesle görüntü senkronizasyonunda sorun vardı. O yüzden iyi konsantre olamadan izlemiştim "The Dark Knight"ı. "Inception"ın ikinci yarısı başladığında ufak bir dalgınlık filme konsantre olmamı engelledi. Siz siz olun bir an için bile konsantrasyonunuzu bozmayın bir Nolan filminde. "Memento/Akıl Defteri"nde bunu başarmıştım ve sonuç olağanüstüydü. Her ne kadar "Inception"ı bir daha izleyecek olsam da onun çok iyi bir film olduğunu ve modern bir klasiğe dönüşeceğini biliyorum. Senaryo, görüntü yönetimi, oyuncu yönetimi konusunda parmak ısırtacak bir yapıt. Ama listede dokuzuncu, onuncu sıraya inecektir önümüzdeki aylarda. Bunda sekiz vererek benim de katkım olacaktır.

01 Ağustos 2010

İki harika Vuudi filmi

Nereden esti "Mighty Aphrodite/Sevimli Fahişe" ve "Deconstructing Harry/Yaramaz Harry"yi izlemek diye sorarsanız, benim adamlarımdan Paul Giamatti'nin oynadığı Woody Allen filmi izlemek istedi canım. Ne yazık ki ikisinde de pek kayda değer rolleri yoktu Giamatti'nin. Kendisi şöyle bir adam:

Ama iyi oldu; çünkü bu iki film de katıksız, mükemmel Vuudi filmleriymiş. Bazen yönetmen Vuudi'yi mi yoksa oyuncu Vuudi'yi mi daha çok seviyorum diye kendime soruyorum. Sanırım ikisini bütün olarak seviyorum, aksi takdirde kamera önünde olmadığı filmlerini (iyi filmler olmasına rağmen) de benimserdim.

Tarih sırasına göre gidelim. 1995 yapımı "Mighty Aphrodite"nin Sevimli Fahişe olarak çevrilmesine kendisinin tepkisi nasıl olur du acaba? Kafayı sallayıp bir türlü lafa giremeyerek tepki verirdi herhalde. Sonra da Jeeeesus derdi eminim. Sevimli fahişe rolünü oynayan ve çok güzel bir kadın olan (Tarantino'nun eski sevgilisi) Mira Sorvino ve Woody Allen süper bir ritm yakalıyorlar beraber. Sorvino bu filmdeki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu oskarını aldı. Bu konuda da itirazım var. Filme adını veren karakter olan ve filmin büyük bölümünde başrol erkeğe eşlik eden karakter, başrol erkekle gönül ilişkisi yok veya fahişe diye mi yardımcı kategoriden değerlendirildi acaba? Çok açık şekilde film Linda Ash'in filmi. Burada yine akademinin esnaflığını görüyoruz. Muhtemelen o yıllarda uzun yıllar birlikte olduğu Mia Farrow'un evlatlığıyla gönül ilişkisi başlayan Allen, evlatlık konusu kafasını karıştırdığı için böyle bir film yapmış olmalı. Klasik Yunan trajedyasından bir çok ögeyi barındırıyor film. Koro, deus ex machina, Oedipus kompleksi, tanrılar filmde geçti töreni yapıyorlar. Vuudi'nin en akıcı, en tempolu filmlerinden biri. Tarzına hayran olan bir kişinin bu filmi sevmeyeceğini düşünemiyorum.


"Deconstructing Harry" (1997) de replik hazinesi bir film. Tanıdık bir Vuudi karakteri var. New York'lu növrotik, kadın düşkünü yazar. Yani kendisi. Filmde iki adet kurgu var. Biri kanlı-canlı Harry'nin hayatı; diğeri de romanlarında geçen, kanlı-canlı Harry'nin hayatından serbestçe esinlenerek yarattığı karakterlerin bölümleri. Mükemmel diyaloglar, mükemmel kadın-erkek ilişkisi replikleri ve mükemmel bir Vuudi oyunculuğu. İnsan bir Woody Allen filminden daha ne ister değil mi? Kafa dağıtmaya bire bir bu iki filmi görmediyseniz kaçırmayın derim.