26 Ocak 2010

"Alice Doesn't Live Here Anymore" (1974)

Benim 70ler Amerikan sinemasını ne kadar sevdiğimi takipçilerim bilirler. Sağ tarafta yer alan etiketler kısmında "70ler" bölümüne tıklarsanız, 70lerle ilgili önceki yazılarıma bakabilirsiniz. Bu döneme karakterini veren, onu etkileyen yönetmenlerden biri ve meşhur "neredeyse her hafta bir başyapıt izliyorduk" sözünün sahibi Martin Scorsese (Sıkorsaysi okunur) Taxi Driver (Taksi Şoförü, 1976) filmiyle bilinir en çok. Yönetmenin hayranları, Taxi Driver'dan önce Mean Streets (Arka Sokaklar, 1973) adlı çok güzel bir filminin de olduğunu bilirler. Bu filmdeki başarısı kendisine Alice Doesn't Live Here Anymore'u (Alice Artık Burada Oturmuyor, 1974) çekme şansını getirmiştir. Kariyeri boyunca maço erkek dünyasını anlatan Scoresese'nin kahramanı kadın olan tek filmidir Alice. Yönetmen seçimi aşamasında "Kadınlar hakkında ne biliyorsun?" sorusunu: "Hiçbir şey, fakat öğrenmek isterim" diye yanıtlamıştır Scorsese. Film, o dönemin genel ruh hali içerisinde yine bir kaybeden Amerikan rüyası kurbanını konu alıyor. Alice'i Ellen Burstyn canlandırıyor. Requiem for a Dream'deki (Bir Düş İçin ağıt, Darren Aronofsky, 2000) Sara rolüyle hatırlansa da çok, Alice rolüyle Oskar aldığı, ondan önce de The Exorcist'te (Şeytan, William Friedkin, 1973) Linda'nın annesini oynadığı çok bilinmez. İşte resimleri...


Evlenmeden önce şarkıcılık yapan, evlenince bu hayatı bırakan, 12 yaşında sorunlu bir evlat sahibi, aradığını bulamamış, erkeklerden yana şansız; ancak yine de onlarsız yapamayan bir kadındır Alice. Filmde Alice'in hayatına giren erkeklerden ilki tabi ki kocası. Resimde de görüldüğü üzere ayı karakterli bir adamdır kocası. Yatak odasında bile sigara içer ve şiddete meyillidir. Aralarında her türlü iletişim de sıkıntılı bir vaziyettedir. Filmin hemen başlarında adam bir trafik kazası sonucu ölür ve Alice eski kariyer yaptığı yere doğru oğluyla gitme işinde koyulur. Ağlasa, zırlasa da bu ölüme çok da üzülmez Alice; çünkü bir bakıma o eski güzel günler tekrar gelecektir.

Hedefe varmak için paraya ihtiyaç vardır. Yolda bir kasabada kendine bir şarkıcılık işi bulur Alice. Bir motele yerleşirler oğluyla. Amerikan filmlerinde, şu motellerin nasıl işlendiklerine dair de bir yazı yazmalıyım. Amacına ulaşma yolunda güçlü bir kadın portresi çizmek isteyen Alice, İki üç dakika direnç göstermesine rağmen, hayatına yine bir erkek sokar. Gencecik bir Harvey Keitel, Ben rolüyle harikalar yaratır filmde. Bu adam da hayırsız çıkınca, çok zor bulduğu şarkıcılık işini bırakıp kasabadan ayrılmak zorunda kalır Alice ve oğlu.

Yol üstündeki bir kasabada bir garsonluk işi bulur Alice. Bayan garsonlarla ilgili yazımı haklı çıkarır derecede bir hayat geçiren Alice, yine hayatına bir erkeği sokar. Çiftçi David onun için sakalını kesecek kadar ona değer veriyor gibi gözükse de sonuçta yine Alice'e kendi düşündüğü hayatı yaşatmaya heveslidir.

Çok sevdim bu filmi. İsmi zaten "ben iyi bir filmim" diye bağırıyor. Çok iyi bir karakter çözümlemesi. Olağanüstü başarılı diyaloglar barındırıyor. Oyunculuklar destansı bir yalınlıkta. Yaşasın Scorsese bakış açıcı, yaşasın Actor's Studio elemanları. Filmde hoş sürprizler de var. Mesela 12 yaşında bir Jodie Foster.

Kısacık rolüne rağmen, filmdeki en sempatik karakterlerden biri Audrey rolüyle Jodie Foster. Bir oğlan çocuğu gibi giyinmesi acaba ilerideki...

Şu arkadaki gözlüklü kızı tanıdınız mı?

Başta Blue Velvet (Mavi Kadife, 1986) olmak üzere bir çok David Lynch filminden tanıdığımız Laura Dern de bu filmde çok kısa gözükerek, filmi daha çok sevmeme sebep oldu.