Bir gün içinde iki film izlediğim çok olmuştur. Bugün de öyle oldu. İlk filmimiz İngiliz politik bağımsız filmlerinin duayeni Ken Loach'un It's a Free World...(İşte Özgür Dünya, 2007) adlı filmi. Ben İngiltere'deyken (!) bütün pis işleri göçmenlerin yaptığı dikkatimi çekmişti. Aynı gün içerisinde hem Chelsea hem de Highbury semtlerinde bulunmuştum, aradaki fark çok büyüktü. It's a Free World... de bu temayı işliyor. Her yönüyle bir kaybeden olan Anj günlük işler ayarlıyor göçmenlere. Önceleri yasal olarak bu işi yaparken sonra yasadışı da yapmaya başlıyor. Ve başı belaya giriyor kaçınılmaz olarak. Çok ahım şahım bir film olmasa da seyirlik bir film It's a Free World.... İnsanları sarsmayı amaçlamış belli; ancak bunu hakkıyla yaptığı söylenemez. Zaten şu politik sinema işi bende hep soru işaretleri uyandırmıştır. Galiba sanat sanat içindir diye düşünenlerdenim. Veya şöyle diyeyim: bu konuda taraf tutmamakla beraber, sanat toplum içindir düşüncesine daha uzağım.
İkinci filmimiz Clint babanın yönetmenlik yaptığı ilk film: Play Misty for Me (Ölümün Sesi, 1971). Baba yine döktürmüş. Zaten 70li yılların başarılı crime-thriller'ları (polisiye-gerilim) tadından yenmez. Zampik bir radyo DJyi ve onun saplantılı hayranı arasında geçen gerilim dolu öykü filmin anlattığı. Filmde gerilim hep belli bir seviyenin üstünde tutuluyor, bazı anlarda ise bayağı artıyor. Eastwood'un bugünkü dingin sineması o günlerde de kendini hissettiriyor. Bu tarz bir sinema için Eastwood'un ses tonunun ne kadar da uygun olduğunu farkettim bugün. Ne yazık ki artık oyunculuk yapmayacak. Babaya selam, yola devam...Mutlaka izleyiniz!