25 Kasım 2011

"Barney's Version" (2010)



Miriam: Senden sadece bir şey istiyorum.
Barney: Ne istersen.
Miriam: "Ne istersen" deme bana. Çünkü hiç gerçekçi değil. Hayatsa gerçek. Küçük şeylerden ibaret. Dakikalar, saatler, uyku, işler, rutin düzen. Bunlara yetinebilmeli insan. 
 
 
Bu yazı, filmi sağlıklı izlemenizi engelleyecek bilgiler içerebilir.
Seçimlerden önce çok etkili muhalefet yapan, seçimlerden sonraysa yalakalanma eğilimlerine girmesine rağmen tasfiye edilmekten paçasını sıyıramayan ve beğendiğim bir köşe yazarı olan Oray Eğin’in bir yazısı sayesinde haberim oldu “Barney’s Version/Benim Hikayem”den. Güzel, etkili, akıcı bir film olarak anılıyordu ve çok sevdiğim bir oyuncu olan Paul Giamatti’nin varlığı da filmi benim için çekici kılıyordu. İstisnaları olmakla birlikte çok uzun zaman dilimini anlatan filmlere mesafeliyimdir. Kısa bir zaman diliminde geçen filmler iyiyse tadından yenmiyor ama bu tür yıllara yayılan filmler bende çok kolay soğuma hissi yaratabiliyor. Bir de oyunculara dönemlerin (70ler, 80ler) saç ve kıyafetlerini iliştirip inandırıcılıktan iyice kopan filmlerden iyice uzak durmak niyetindeyim. Zaten genel anlamda dönem filmleriyle başım dertte. Bu filmde de Barney’in 70ler, 80ler ve günümüzde geçen hayat deneyimleri anlatılıyor. Benimle yaşanan bu temel çelişkiye rağmen ilginç şeyler söyleyen bir film BV. Başından üç evlilik geçmiş Barney’in ve hepsinde de duvara tosluyor. İntihar eğilimli ilk eşiyle yaşadıkları toy bir delikanlının yaptığı hatalar olarak sunuluyor.  İkinci karısı da alabildiğine gıcık birisi. Balayında Roma’daki İspanyol Kaldırımı’nın oralarda yürürken şöyle bir diyalog geçiyor aralarında. 

Barney: Şunu (haritayı) kaldırır mısın lütfen? Şu an balayındayız, turda değil.
Eş:  Seni utandırıyor muyum?
Barney: Evet.
Eş: Taharet musluğunda da mı öyle oldu?
Barney: Danışmaya sormana gerek yoktu. Bana sorsaydın neye yaradığını söylerdim.
Eş: Yüksek lisans yaptın mı?
Barney:  Hayır.
Eş: Peki ben senden utanıyor muyum? Kendine gel. Roma'ya eğlenelim diye geldik! İlk eşinin ölümü için yas tutmaya değil.

Buradan da anlaşılacağı üzere eşi hayatı çekilmez yapan, hiyerarşiyi hayatın her alanına yansıtmaya çalışan bir insan. Sonra bir de Barney’i aldatıyor. Bu aşamada filmin çok çakallık yaptığını düşünüyorum. Barney’in daha düğün gecesinde gizemli bir kadına aşık olmasını aklamak için, film elinden gelen her şeyi yapıyor. Burada kadının ne kadar gıcık olduğu değil, Barney’in kendisine bazı kapılar açsın diye zengin ve şımarık bir kadınla evlenmesi yargılanmalı. Kadın en baştan beri çekilmez biriydi. Kendisini gizlemedi. Bunu bile bile kadınla evlenip sonra da evlilik mağdurunu rolüne soyunmak yanlış bir tutumdu bana göre. Üçüncü eşiyse düğününde tanışıp aşık olduğu Miriam. Film Miriam konusunda da bence ahlaki iki yüzlülük yapıyor. Boşanana kadar Barney’i reddeden Miriam’la olan evlilik sanki çok yüce bir olaymış gibi sunuluyor. Ve Miriam da sinir bozucu derecede mükemmel bir kadın. Ve bu mükemmellikle çelişir bir şekilde hayatını, kariyerini, her şeyini Barney gibi değmeyecek bir adama adıyor. Bunlar benim filmle olan bağımı zedeledi. Filmdeki en inandırıcı ve başarılı bulduğum olaysa Barney’in pisi pisine eşini aldatması oldu. İşte bu olay çok gerçekçiydi. Son yarım saatteyse film Barney’in Alzheimer’ına odaklandı. Bu durum da hakkıyla işlenmediği için yine bir eksiklik duygusu yarattı bende. Veya fazlalık duygusu da diyebiliriz. Klasik romantik komedilerin aksine insanı düşündüren kadın erkek durumları yansıttığı için izlenmeyi hak eden bu filmde, yukarıda bahsettiğim olumsuz durumlar nitelendirdim ben. Yönetmeni Richard J. Levis.