30 Ekim 2009

Sinemayla ilgisi olmayan hayattan kareler 2


Sarbi:
Kaynak: http://www.bobiler.org/t/2781.asp
Sarbi'yle ilgili o kadar komik resimler, animasyonlar var ki son zamanlarda hiç bu kadar gülmemiştim.


Ebru Yaşar:
Kendisi "Beni dolduracak, hayatı paylaşabileceğim, mesajlaşabileceğim bir erkek arıyorum" demiş. Lümpen kültür, bu demeçte doldurma üzerine yoğunlaşırken, benim dikkatimi "mesajlaşabilinen" erkek çekti. Nasıl oluyor acaba? Aynı ev içerisinde konuşmak yerine, sms gönderen bir erkek mi arıyor acaba? Eğer öyleyse zaten bir iletişim problemi var demektir.

hexakosioihexacontahexaphobia:
666dan korkmak anlamına geliyor bu kelime. Telafuz etmeye çalıştım ama başaramadım. Batı kültüründe, şeytanın numarası olan 666dan tırsanlar doktora giderlerse, "sen de hexakosioihexacontahexaphobia var" diyorlarmış.


It is a disgrace:
Geçen sene Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş mücadelesinde, Chelsea'nin Barcelona karşısında kazandığı penaltıları vermeyerek, son dakikada Iniesta'nın attığı golle, Barcelona'yı finale yollayan hakeme; Dider Drogba'nın sarfettiği cümle. Şerefsizsin demeye getirmiş. Ne kadar korkunç bir yüz ifadesi var!



Ekşi Sözlük aazı:
Pratik bilgiler dışında bakmadığım sitenin kullandığı dildir. Her yerde kullanıldığı varsayılan dildir. Artık kabak tadı vermeye başlayan dildir efenim.

Arkadaşım kelimesi:
Eskiden bu kadar popüler değildi bu kelime. İnternet ortamında, bazı sosyalleşme siteleri sayesinde popülerliği arttı. Birbirinin resimlerine yorum yapanlar, kendilerine sulanmadığını belli etmek için arkadaşım, kanki gibi hitabet tarzlarını daha popüler kıldılar.


80li yıllardaki gol sevinçleri:
O yıllarda gol sevinçleri ilginç bir şekilde birbirine benzerdi. Golü atan futbolcu; iki kolunu yumruk yapıp, havaya kaldırarak koşmaya başlardı, çoğu da bu koşu esnasında sıçrardı. Şimdilerde ise çok değişik gol sevinçleri var. Henry'nin gol sevinçlerini çok beğeniyorum.


Giuluano Stroe:
Dünyanın en genç vücut geliştiricisi. Sadece 4 yaşında. Manyaklık parayla satılmıyor. İleride şöyle olabilir.

Bir Yılmaz Vural filmi


Ünlü şovmen Yılmaz Vural'ın, Gurbetçi Şaban (Kartal Tibet, 1985) filminde rol aldığından bahsetmiştim. Bu filmi kırpıp, görüntüleri vermeyi düşünüyordum ki Hürriyet Webtv imdada yetişti. Tıklayınız. (örnek: esnaf blog yazıları)

26 Ekim 2009

Ben Öldükçe Yaşarım" (1965)


80li yıllarda, vidyocudan iki kere kiraladığım, Hong Kong yapımı karate filminin de adı Ben Öldükçe Yaşarım'dı. Bruce Lee'ye benzeyen bir adamı başrolde oynatıp, üçüncü dünya ülkelerine Bruce Lee filmi diye yutturulan onlarca, belki yüzlerce filmden biriydi. Ben Öldükçe Yaşarım (Duygu Sağıroğlu, 1965) Yılmaz Güney'in en çok merak ettiğim filmlerinden biriydi. Kaynaklarda çok olumlu şeyler okumuştum. İncelikli bir sinema dili olduğundan; yalın, naif bir dramatik yapısı olduğundan bahsedilirdi. Ben de bu filmi görmeyi çok istiyordum; nihayet internet forumlarının birinden bulabildim. O dönem filmlerinden çok farklı bir samimiyeti var filmin. Bugün karikatür gibi duran bazı sahneler ve diyaloglar barındırsa da o dönemin filmlerinin epeyce ilerisinde, samimiyetiyle inandırıcı olabilen bir film. Erken dönem Yılmaz Güney filmlerinin bütün özelliklerini barındırıyor. Çok güzel de bir tema müziği var.

1951 doğumlu Selma Güneri gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu bu filmde kanıtladı ve Altın Portakal aldı.

Aslında kötü bir oyuncu olan Yılmaz Güney, bu filmde Selma Güneri'yle etkileyici bir uyum yakalamıştı.

Saçlı Tuncel Kurtiz: benim tanıştığım tek sinema oyuncusu olan Tuncel Kurtiz, erken dönem Yılmaz Güney filmlerinin bir çoğunda rol almıştır.

Film çekilirken yalnızca 15 yaşında olan Selma Güneri'yle bu sahneleri çekmek nasıl mümkün olabildi? Bugün böyle bir şey yapmanız mümkün değildir.

Anne rollerinin unutulmaz oyuncusu Şükriye Atav, bu filmde de Yılmaz Güney'in annesini oynamıştır. 1971 tarihli Umutsuzlar (Yılmaz Güney) filminde Yılmaz Güney'e gömme sahnesi çok etkileyicidir. İbrahim Tatlıses aynı sahneyi, yine Şükriye Atav'la ismini hatırlayamayacağım bir filmde taklit etmiştir.

22 Ekim 2009

"11'e 10 Kala" (2009)

Bazı kız blogları vardır: çiçek.blogspot.com, havlukenarı.blogspot.com, pembepatikler.blogspot.com, gelinlikandbeyazçarşaflar.blogspot.com, püsür.blogspot.com gibi. Bu bloglardan, kadın duyarlılığını yansıtmaları beklenirken, sonuç hezimettir. 11'e 10 Kala (Pelin Esmer, 2009) bu görmek istenen kadın duyarlılığını çok iyi yansıtan bir film. Sinemada üç kişiyle izledim filmi. Aslında bloğumda özet yapmayı pek tercih etmesem de bu filmin kısaca özetini yapmak istiyorum. 1926 doğumlu, Amerika'da tahsil görmüş bir elektrik mühendisi olan Mithat Bey (Mithat Esmer), uğruna karısından bile vazgeçtiği koleksiyonuyla Emniyet Apartmanı'ndaki dairesinde yaşamaktadır. Alakalı alakasız her şeyi biriktiren Mithat Beyin yaşamla olan tek bağı benzersiz koleksiyonu gibidir. Mithat Bey bu rutin içerisinde var olduğunu hisseder. Ailesini memlekete yollamış kapıcı Ali (Nejat İşler) de taşralı kurnazlığıyla ama çok da rahatsız etmeyen bir şekilde yırtmanın yollarını arayan, iyi niyetli bir Anadolu çocuğudur. Depreme dayanıklılığı meçhul olan ve ev sahiplerinin voleyi vurma düşlerinden dolayı, Emniyet Apartmanı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İşini kaybetmek istemeyen Ali'yle, koleksiyonunu kaybetmek istemeyen Mithat Beyin çıkarları ortak bir noktada buluşur. Yaşamı bir noktadan alıp diğer bir noktada bırakan sanat filmlerinde olduğu gibi; 11'e 10 Kala bizi bu iki nokta arasında gezdirirken, insan (??!!^^##%%½***) denen karmaşık mahlukatı bize bilmem kaç milyonuncu şekilde gösteriyor. 2009'un en iyi Türk filmlerinden biri olduğunu söyleyebilirim.

Yönetmenin amcası olan Mithat Esmer, filme esin kaynağı olmuş. Gerçekten de bir koleksiyonu olan Mithat Bey, yönetmenin 2002 tarihli Koleksiyoncu adlı belgesel filmin de konusu. Kendini oynayan Mithat Bey filmi çok beğenmiş. Oyunculuğunun hiç aksamadığını ve çok sempatik olduğunu belirtmeliyim. Film çekilirken, koleksiyonu için parçalar toplamaya da devam edebilmiş.

Aslında popüler bir isim olarak düşünülse de sanat filmlerinde de görünmeyi ihmal etmiyor Nejat İşler. İşini çok iyi yapıyor.

Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji mezunu yönetmen Pelin Esmer'in yeni filmlerini merakla bekliyorum.

13 Ekim 2009

"Apocalypto"'yu (2006) tekrar izlemek

Daha önce filmdeki kötü adam performası ile ilgili bir yazı yazmıştım. Apocalypto'yu (Mel Gibson, 2006) amcamın oğlu Haydar'la tekrar izledim. Aslında bu üçüncü izleyişim ;fakat tekrar aynı heyecanı duyduğumu söyleyebilirim. Bu filmin en büyük avantajlarından biri İngilizce çekilmemiş olmasıdır. Daha önce The Passion of the Christ (Tutku: İsa'nın Çilesi, Mel Gibson, 2004) filminde de aktörleri İngilizce konuşturmamıştı Mel Gibson. Görüntü yönetimi, şiddet sahnelerindeki gerçekçilik, oyunculuklar filmin diğer artıları. Sürpriz bir sonu olmaması, daha doğrusu filmin sonunun az çok tahmin edilebiliyor olması belki eleştirilebilir. Sonuçta anlaşılmak üzere değil, izlenmek üzere çekilmiş bir film. İlk dakikadan itibaren sizi içine alan bir film izlemek istiyorsanız, Apocalypto sizin için birebir.

10 Ekim 2009

Aceleye gelmiş!

Şöyle bir formülüm vardı: Mustafa Hakkında Herşey > Issız Adam > Babam ve Oğlum... Peki Karanlıktakiler'i (Çağan Irmak, 2009) nereye koyacağım? İflah olmaz bir Babam ve Oğlum düşmanı olan ben, Karanlıktakiler'i bu listede nereye yerleştireceğim? Çağan Irmak biraz esnaflık yapmış gibi geldi bana. Issız Adam'la(2008) yarım voleyi vurmuşken, onun ekmeğini yemeye devam edeyim bari demiş. Aslında hikaye beni heyecanlandırdı. Delilik sınırlarında dolaşan bir anne ve bu annenin saplantılık derecesinde bağlı olduğu yaşı geçkin erkek evlat..Bu arada bu adamın duygusal yakınlık hissettiği AB grubuna mensup bir kadın. Bu iki hikaye, bir zamanlar Benhur Babaoğlu ve Hakan Şükür'ün yaptığı gibi birbirlerinin yolunu kesiyor. Havada toslaşıp o gölü bir türlü atamıyorlar. Ve dandirik bir son..Filmde beni tebessüm ettiren tek şey, AB grubuna mensup kadının kullandığı Mini Cooper oldu.

03 Ekim 2009

Son 10 yılın en iyi 15 filmi anketi bitmedi

Geçen ay Sinema dergisinin duyurduğu Son 10 yılın en iyi 15 filmi anketinin sonuçları yeni sayıya yetişmedi. Benim seçimimi yukarıdaki resimde tekrar görebilirsiniz. Sahi sizce son 10 yılın en iyi filmi hangisi?

"Eden Lake" (2008)

Geçen sene bu zamanlar İngiltere'de bir kasabaya gece yarısı inmiştim. Etrafımda gezinen 15-16 yaş grubuna mensup, motosikletli bebelere çok benzeyen bebeler Eden Lake'de (Kanlı Göl, James Watkins, 2008) haftasonu tatili için kırsala giden bir çifte hayatı zehir ediyor. Bu aralar sıkça vizyona giren dandik korku filmlerinin aksine, Eden Lake boşa kürek çekmiyor ve bir korku-gerilim filminden ne beklerseniz karşılığını veriyor; ama fazlasıyla değil. Taşı gediğine oturtan bir film. Arabayı devrinde kullanıyor. Arabayı devrinde kullanmayan veya korku-gerilim filminden ne beklerseniz karşılığını fazlasıyla veren, 70li yıllara ait, Eden Lake'e benzeyen bir film var. Straw Dogs (Köpekler, Sam Peckinpah, 1971) bence korku filmi çekmeye çok müsait olan İngiltere kırsalını bir fon olarak çok iyi kullanıyor ve tabiatında mevcut olan iyi film sıfatı sayesinde unutulmaz bir klasiğe dönüşüyor. Dustin Hoffman'in her zamanki gibi üst düzey oyunculuğu ve diğer İngiliz aksanlı oyuncuların da üstün performansıyla film gerçekten izlemeye değer.