Üç adet çok şey beklediğim; fakat beklentilerimi karşılayamayan film izledim. Bunların üçünün de üst üste gelmesi tesadüf (Fethullahçılar tesadüf yerine tefaruk derler) oldu. Arşivime baktığımda; bir ara altı verdiğim, üst üste beş film izlediğimi görüyorum. Bunlar: A.R.O.G (Ali Taner Baltacı, Cem Yılmaz, 2008), Beyza'nın Kadınları (Mustafa Altıoklar, 2006), 2 Süper Film Birden (Murat Şeker, 2006), 50 First Dates (50 İlk Öpücük, Peter Segar, 2004), The Last House on the Left (Soldaki Son Ev, Wes Craven, 1972), bööğğh! Ne sancılı bir dönem olmuştur hayatımda. Şimdi olduğu gibi, çok şey bekleyip avucunu yalamak da çok sıkıcı oluyor.
Birinci filmim The Curious Case of Benjamin Button'du (Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi, David Fincher, 2008). Filmi izledikten sonra ağladığını söyleyen arkadaşım, filmin imdb Top 250'de bulunması, David Fincher'ın daha önce Brad Pitt'le son 15-20 yılın en iyi filmlerinden ikisini çekmiş olması, 2006 tarihli süper film Babel'de (Babil, Alejandro Gonzalez Inarritu, 2006) Brad Pitt ve Cate Blanchett'in çok iyi olan uyumu ve kopartılan bir sürü yaygara filmi izleme isteğimi çıktığı günden bu yana körükledi. Hatırlatıyorum bu üç film benim yedi verdiğim filmler, yani çok kötü değiller. Bu kadar gürültü patırtıya rağmen Benjamin Button'un çiğ gaz çıkması beni bir hayli hüzünlendirdi. Aslında çok çok özgün bir hikayesi vardı filmin; ama bu filmden asla tarihe damga vuracak kadar sarsıcı bir film olamazdı. Olsa olsa etkileyici bir dram olabilirdi. O dramı da verecek olan çocukluk ve yaşlılık süreçleriydi. Çocukluk döneminin fazla işlendiğini, yaşlılık döneminin ise çok hızlı işlendiğini gördük. Filmin en büyük dezavantajı da buydu bence. Pitt ile Blanchett'in de uyum sorunu çektiklerini gözlemledim.
Shane Meadows'un This is England (Burası İngiltere, 2007) adlı filmini izleyip de çok beğenince, bundan sonra her filmini takip edeceğim demiştim. Edeceğim de. Meadows'la ilgili araştırma yaparken her yerde karşıma Dead Man's Shoes (Gelen Gideni Aratır!!!???, 2004) çıktı. Bir kere adı sanki Requiem for a Dream gibi sarsıcı bir filmmiş gibi geliyor. Yorumlar da öyleydi. 18 yaş sınırı getirildiğini de öğrendim mi kimse beni tutamazdı artık. İzledim ve yine hayal kırıklığına uğradım. This is England'ın çok gerisinde bir filmmiş. Bir intikam hikayesi olarak ilgi çekici bulmadım. Harry Warden'dan (Sevgililer Günü Katliamı) da esinlenme mi vardır nedir? Meayit?
Bu Milk de (Milk, Gus Van Sant, 2008) çiğ gaz filmlerden biri çıktı. Bir tek Sean Penn'in oskarlık performasını görülmeye değer buluyorum. Zaten bu biyografi filmleriyle ezelden beridir sorunum var. Hele bir de eşcinsellik gibi benim fazla özgürlükçü olmadığım bir konu temalı film olunca bitse de gits...Ğğğğaaaa pişşşşşş, ğğğğaaa pişşşşşş!