23 Nisan 2009

"The Reader" (2008)

Nihayet benim de okumuş olduğum bir kitabın filmi yapıldı. Bernhard Schlink'in "Okuyucu" adlı romanını okumuştum. Ünlü bir romanın filme aktarılmasıyla ilgili eleştirmenlerden; "aslına sadık kalmış", "romanın hayranlarını hayal kırıklığına uğrattı", "romana yeni bir boyut getirdi", "romandan daha güzel" gibi beylik laflar duyarız. Ben böyle bir laf etmeyeceğim. Benim düşüncem, bir romandan yola çıkarak film çekerken illa da romana sadık kalmak gerekmez. Yönetmenin veya senaristin yaratıcılığı ölçüsünde yeni ufuklara yelken açmanın sakıncası olmadığını düşünüyorum. Yazın ve sinema çok farklı iki sanat dalı. Ve sinema yazının sahip olamayacağı sınırsız olanaklara sahip. Bunları değerlendirmek varken neden senarist kendisini sınırlasın. Bazı çok kötü uyarlamaları bunun dışında tutuyorum; ancak biliyoruz ki Stephen King, The Shining'i (Cinnet, Stanley Kubrick, 1980) gördüğünde Kubrick'i aslına sadık kalmadı diye acımasızca eleştirdi. Hatta mahkemeye de mi vermişti? Romanın filme aktarılacağını duyunca Oscarlık bir proje olduğunu düşünmüştüm; çünkü Nazilere giydiren ve 50 milyon doların üstünde bütçesi olan her film bir Oscar procesidir. Genelde alırlar da. The Reader (Okuyucu, Stephen Daldry, 2008) Oscarı alamadı ama Kate Winslet en iyi kadın oyuncu Oscarını bu filmdeki rolüyle nihayet alabildi. Gerçekten de Winslet'ın performansı çok iyi. Ralph Fieness'ınsa biraz yaşlandığı gözlerden kaçmıyor. Hikaye o kadar etkileyici ki bu hikayeyi yüze göze bulaştırmak gerçekten çok zor. The Reader'a ben eli yüzü düzgün bir film diyebilirim. Filmin başındaki yağmur sahnesi Se7en'daki (Yedi, David fincher, 1995) yağmur sahnesi kadar etkileyiciydi örneğin. Ve fakat filmin bence en büyük kusuru İngilizce çekilmiş olması. Bunun sebeplerini hepimiz biliyoruz; ancak Almanya'da Almanlar arasında geçen bir hikayenin İngilizce filme çekilmesi benim hoşuma gitmiyor. Fever'a "fiivaa" demek, Polizei yazılı arabalar veya VW, Mercedes arabalar göstermek de olayı daha absürd yapıyor. Filmin bir yerinde Hannah Michael'dan, Almanca dersinde okuduğu bir şeyi sesli okumasını istiyor, Michael da başlıyor İngilizce okumaya. Bu sahnede koptum.